SAYMADIM kaç gün oldu ama, bunca yılda ilk kez bu kadar uzun(ca) bir yazı izni bahşettim (bahçe ettim) kendime.
Gerçi, Eskişehir Hürriyet Gazetesi’ni de bizim Ankara Hürriyet’in “yurttan sesler korosu” yerel yörel çıkardığı için, “yazı izni” mevzii oldu biraz. Eskişehir yazılarım devam etti, yeni heves. Olsun, Ankara yazılarına biraz ara vermek de yabana atılamayacak bir dinlence. Çünkü bu şehir yorar. İnanmayın siz, yok trafiği rahatmış, insanı vefalı, kedisi-tavşanı-kuğusu beyazmış... Hepsi bilboard efsanesi artık. Derli-toplu değil, toplu dertli bir şehir burası. * * * Satırlarıma, kendi haleti ruhiyem, efkarı umumiyem ile başlamamın nedeni, bir süre neden yazmadığımı açıklamak içindir. Yurt içi ve yurt dışı (hepsi canımızın içi) temsilciliklerimizde ne de olsa en az 70 milyon seyrediyor pardon okuyor yazılarımızı, bir ulusa sesleniş açıklaması boynumuzun borcu. Hem belki “fondipçi” olduğumuzdan, bardağı hep boş yerinden görürüz ya... “Neden yazmıyorsunuz, n’oldu” sorularına, maillerine yanıt vermek de hem boyun borcu, hem tipik balık burcu refleksi. * * * Hem bir yerlere pek gidemesem de, her bayramda kalkıp-oturur içim biraz. Önce hayallerim gezgin olur. Vasıfsız bir “sokak insanı” olur adressiz. Ki, bu bazen kıymetli bir vasıftır. Görevi dolaşmak, seçtiği mekanlarda soluklanmak, al gözüm seyreylemek olan bir hayat ferdi. Ama zordur sokağa akmak...Ki, boşalan Ankara’nın sükuneti de cezbeder, yine yerleşik kılar hayallerimi. Ve hemen Kavafis’i ortak ederim suçuma: “Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin, bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet. (Ama) yeni bir ülke bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir....” Ki, “yazı izni”nde de geldi. Reşat Nuri, “Büyük gürültü gibi sükunetin büyüğü de insanı yoruyor” der ya... Belki gürültüyü özlemişimdir.