Kent otopsisinde mor bölge: Duyarlılık

İNSAN organizmasındaki duyarlı bölgeler; yani uyarıldığında hızlı ve güçlü tepkiler veren beden kuytuları, “fizyolojik hassasiyeti” ortaya koyar.

Duyarlılığın fizyolojideki tanımı: Uyarılganlık, irkilgenlik... Bedenin bir şeye duyarlılığı, örneğin çiçek tozuna, alerjiye yol açabiliyor.

Ya toplumsal duyarlılık; yani uyarıldığında hızlı ve güçlü tepkiler verebilen toplumsal organizmalar.
Toplumsal “irkilgenlik”, denebilir belki buna... Birçok şeye hassasiyet, örneğin farklı insanların hala etiketlenmesine, doğanın yok olmasına...
Bunun da toplumsal bir alerjiye neden olması beklenir çağımızda.
Olmuyor çoğu kez. Kent yaşamının umarsız virüsü devreye giriyor ve duygu düzeyinde yaşanan aldırmazlıkla teşhis edilen duyarlılık erozyonu sarıyor sokaklar.
Artık nostalji tadında olan “Türkiye’nin an aydın kenti Ankara” da bu erozyonun en tipik adayı.
Ankara, doğa, tarih, kültür, sanat, kent yaşamı ve bunları bir sistem olarak ele alan demokrasi konusundaki birçok uyarıya “güçlü” bir tepki veremedi.
“Lokal irkilmeler” ise ancak duyarlılık çöküntüsünü kanıtlayan “sitemkar” iyi niyetler olarak karıştı Angara havasına.

Misal, hala şu sokak isimlerinin, numaralarının değişmesine takılı kafam.
Takılı, çünkü özellikle Bahçeli-Emek’te adressiz kaldık.
Durmadan isimleri değiştirilen, gündelik/seçimlik yakıştırmalarla yeniden adlandırılan sokaklar kaç kentlinin kafasını karıştırdı?
Yirmi yıl önce oturduğu sokağın adını hala tabelada görebilen kaç başkentli var?
İsminin son harfinin “D” ile telaffuz edilmesine sinirlenip, “T ile T ile” diye bağıran kaç Vahit Bey düşündü bunu?

Belki de sorun insanların kenti babasını evi gibi görmemesinde. “Benim kentim, benim sokağım... Benim yeşilim... Ve asıl önemlisi benim taleplerim, haklarım” diyememesinde...

Duyarlılık tıkanması, toplumsal hücre ölümüne yol açar. Toplumsal organizmayı yaşlandıran, tepkisiz kılan “Damar sertliği” bir anda yok edilebilir, çıkmaza sokar aslında adı “hayat” olan gündelik yaşamı; yani kent yaşamını, yani aile, ev, çevre, yani “benim” yaşamımı...
Böyle bir enfarktüs “son söze” bile şans tanımayacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları