Paylaş
Gar’ın karşısındaki kapıdan girdik parka.
Sağda, o yıllardaki mini tren istasyonunda, alışılmadık bir kalabalık gördük.
Girişe asılı pankart, büyük ilgi uyandıran bu “etkinlik”in niteliğini açıklıyordu:
“Bülbül Ötüşlü Kanarya Yarışması.”
Kanarya Sevenler Derneği’nin düzenlediği yarışmada, garibim kanaryalara “bülbül gibi ötmesi” öğretiliyordu.
Ardından doğası-sesi, zorla bir başka şeye dönüştürülen kanaryalar yarıştırılıyordu.
Kimi anında canlı yayınla, isteksizleri de önceden makaralı teyplere kaydedilen sesleriyle coşturularak...
Ve bülbülü en başarılı taklit eden kanaryaların sahiplerine ödülleri veriliyordu.
* * *
Mustafa Sarıgül’ün İzmir mitingindeki manzaraları görünce, Reha’nın “Kalem Ele Küsmeden” kitabına da aldığı bu öyküyü hatırladım.
Güvercinleri sarıya boyayıp, uçurmuşlar mitingde.
“Ya soyadı Gümüşgül, Dikenligül filan olsaydı” diye geçti içimden de...
Asıl, insanların hayatı, kendi gördüğü/adlandırdığı biçime dönüştürme ve ancak öyle kabullenme saplantısını düşündüm.
* * *
Nominalizm ve sembolizm, iliklerimize kadar işlemiş.
Güzelim kanaryanın kendi sesi/kimliği yetmiyor bize, “Bülbül gibi de ötsün” diyoruz.
Ya da “Güvercinin barışın sembolü olması yetmez, rengi de sarı olsun”...
Farklı örnekte, Kadınbudu’na Pirinçli Köfte, Dilber Dudağı tatlısına Ay Tatlısı adını koymaya kalkmamız da ondan.
Angora’daki Sakız Hanım Sokağı’nın adını, Zemzem Sokak yapmamız da...
* * *
Başkent’te tarihi Ulus Anıtı’nı da yaldızlı soba boyasıyla “yeniledi” ya birileri geçenlerde.
Yine işgüzar bir “mucit”ten kaynaklandığına inanmak istediğim “Sarı güvercin” örneğinde, “canlı”ya da saygısızlık, ötesi sevgisizlik var.
Avuçlarının içinde çırpınan, küçücük yüreği trampetlenen güvercinleri boya tek tek.
Ve koca mitingde birisi de kalkıp, “Yazıktır, ayıptır” demesin, müdahale etmesin...
Paylaş