Gazetecilerin yaş ortalaması yer altında çalışan madencilerle, ya da gemi adamlarıyla hemen hemen aynı... Kırkbeş mi, elli mi?... Birimiz çekip gittiğinde, kalanlar sıra bekleriz... Sizler bilmezsiniz, maden işçisinin yaşadığı kirli hava, karanlık... Gemi adamının yorgunluğu ve özlemi, öldürür bizi... Genelde yüreklerimiz dayanmaz... Yer yer yanan, savaşan, ölen, öldüren bir ülkede gazeteci olmanın faturası ağırdır... Tabi ki yüreğiniz gazeteciyse... Herkesten erken çıkarız yola... Ne derler meyhaneciler: Erkenci...”
Meğer Bekir Coşkun, 15 yıl önce yazdığı bu yazıyı, Van’da hayatını kaybeden DHA muhabirleri Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz için de yazmış. Cem Emir de erkenci, çok erkenci... Henüz 26 yaşında... Önce Tunceli’de, sonra Diyarbakır’da gazetecilik yapmış... Yine “alev”, yine yaman koşullarda... Genç ömründe, mesleğiyle, cesaretiyle ödüller almış. Sonra Van’da ve yine görevdeyken kalmış darda... Bu kez çıkamamış.
Sebahattin Yılmaz ise Van bürosunun ağabeyi. O 52, oğlu 20, kızı 17 yaşında... O da erkenci. Önce Erzurum’da, sonra Van’da gazetecilik yapmış. “Emekli” ama bırakamamış mesleğini... Ya avuç içi emeklilik maaşındandır, ya tutkusundan,,, Ya da kuvvetle her ikisi... Elde makine nerede felaket, nerede “alev”, o orada. Bakıyorum Hürriyet’in yayın sistemindeki haberlere... Enkaz altında kalana kadar Van’dan haber merkezine geçtiği deprem haberleri, imzasıyla karşımda... Daha anı olamayacak kadar taze, imzası. Dün kadar yakın.
Hemen her gazeteci gibi “kırk satır”la sınırlı haberleri. Bilgisayara oturun, açın Word programını. Kırk satırı, 200 sözcüğü geçmeyen bir şeyler yazın. Yani bir A4 kağıdı bile doldurmasın yazdıklarınız. İşte bu alan, genelde bir habercinin tüm arazisidir. Çok özel haberler/röportajlar dışında, 40 satır hepsi. İki, üç dakikada okunan, en çok 40 satır. Ki o kırk satırla, 40 gün 40 gece kavga ediyor, “her türden iktidar”lar. Tahammül edemiyorlar. Kırk satıra, ellerindeki her güçle, her imkanla “karşılık” vermeye çalışıyorlar. Örtülü-örtüsüz her türlü tehditle. “Kırk katır mı, kırk satır mı” diyen de çıkıyor elbet, şerait müsait olduğunda.
Sonra erkenciler gidiyor, birer birer. Yaşayanlara da o cümle kalıyor miras: “Birimiz çekip gittiğinde, kalanlar sıra bekleriz...”