Şarkısı değil, ama temposu uyuyordu eskiden Ankara’ya. Bir çok insan, yılbaşı gecesinin özetine tek kelimeyle başlardı: “Sabahladık...” Şimdilerde, bir çok kentlinin “senede bir gün” için de olsa, sabaha eren bir geceyi denediğini bile düşünmüyorum. Belki sadece tattığını... Kadehten bir yudum alan, fakat dibini -asla- görmediği için, şarabı sadece dilinin ucunda “bir an” hisseden tat turistleri gibi. Tadın, damakta bile kalmadığı bir “deneme” sözünü ettiğim. Günübirlik. (Gecebirlik değil)
Yılbaşı, yani senede bir gün bile olsa, gece, yine geceyle geçinemeyenlerin sırtını yere getirecek. Ve forması yine pijama olacak, gece milli takımının. Oysa gece güzel, gece farklı, gece sadece sizin. Sizsiniz gecenin, ecesi. Uykuyu yaşanan/yaşanılası saatlere “düşman” görenler bilir, ömrü hayata bölen bu denklemi. Ömür hayata bölünürse, bilir ki, çıkan tam sayı değil, elde var kısmı kıymetlidir. “Hayat”tır. Misal ömrü 70 yıl olan bir insana, giderekayak sorsan: “Gerçekten kaç yıl yaşadın, ömrünün ne kadarını ‘hayat’ olarak geçirdin...” Gelen yanıt, “yürek enfarktı” olacaktır.
Oyba gece, zamanın iştahının azaldığı, bir demdir. Saatlerin doyasıya yaşandığı saklı bir bahçedir. Ankara’nın “volume”u aşama aşama kısılan ve bir an için sessizliği giyinen anlarının yaşandığı o “bahçe”, aslında serasıdır insanın. O nedenle gece her mevsim tazedir. Gece, kışın yenilen taze çilektir. Yazın, çok eski, geceleri kendi kendine zangırdayan bir buzdolabının, kar tutmuş “deepfreez”inden alınan kara gömülen bir kadeh rakıdır. Onun için ezber bozar, gece.
Yılbaşında gecenin erken ya da -sizce- geç bir saatinde yattınız. Ve sabah oldu yine. Gece size yenilen zaman, büyük bir iştahla sıyrıldı kınından. Sabah, yanında iş-güç telaşı/mesai, okul, trafik vs.. çetesiyle sardı etrafınızı. Boşverin yılbaşını o geçti; bugün pazar yarın mesai de olsa, iyi geceler.