Paylaş
Hayvanat bahçelerinde 3x4 kafesini inleyerek durma voltalayan aslan-kaplanı görünce, gözümün önünden “ormanların kralı”nı anlatan onca film geçer.
Hiçbirisi o kafese sığmaz...
Filin hali de dev bir hüzündür oralarda.
Ömrünü seyircilerine havlayarak geçiren finolar da...
Akvaryumun camı arasında kıvrım kıvrım debelenen boğa yılanı da.
* * *
Öyle bir abukluktur ki...
Bazen çevrecileri bile çıkmaza düşürür.
Almanya’daki kutup ayısı yavrusu Knut’u hatırlayın.
Berlin’deki hayvanat bahçesinde annesi terk edince, bir grup “çevreci” hemen kararını vermişti:
“Doğal yolla değil ev hayvanı gibi besleneceğine, iğneyle hayatına son verilsin...”
Knut hayvanat bahçesinde doğmuş. Oraya mahkum edilmiş.
Ama oradaki yaşamı doğadışı görüldüğü için öldürülecekti az daha!
* * *
Hayvan Hakları, İnsan Hakları’ndan ayrı bir zihniyet gerektirmez.
Ayrımcılık... ayrımcılıktır.
İster cinsiyet, ister ırk, ister tür ayırımcılığı...
Oradaki hayvanlara reva görülen tutum, sonuçta bir canlıya yönelik bir tutumdur.
En keskin örneklerinden birisini de Kırıkkale Keskin’de yaşadık. Başarılı, emektar gazeteci arkadaşımız Erhan Göğem’in haberiyle...
“Eğlence, bilgi-görgü artırma” filan gibi amaçlarla oluşturulan hayvanat bahçesindeki canlılar, açlıktan perişan. Öyle ki, bahçedeki ayı açlıktan felç oldu...Deve aşırı kilo kaybetti, kartal ve şahinlerin tüyleri döküldü...
Ama gidiyorsun kapısında hayvanat bahçesi yazıyor.
Ankara Hürriyet’in ısrarlı haberlerinin ardından, hayvanların başka yere gönderilmesi gündemde.
Hiç olmazsa karınlarının doyacağı bir yere...
Ama o hayvanlar “kurtulsa” da bu durum, hayvanat bahçelerinin oradaki canlılara doğal ortam sağlanmadığı sürece aslında birer “insanat bahçesi” olduğu gerçeğini değiştirmeyecek.
Çünkü orada sergilenen izlenen durum, insanın-insanlığın gelişmişlik düzeyindeki kara deliklerdir aynı zamanda...
Paylaş