ATATÜRK Lisesi’ni birlikte bitirirler. Harçlıklarını biriktirirler lise boyunca.
Mezun olunca birlikte Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e giderler: “Biz yurtdışında okumak istiyoruz.” Bakan Yücel, “Arkadaşını gönderirim ama seni gönderemem. Oğlum olduğun için dedikodu olur” yanıtını verir. Bunun üzerine Can Yücel biriktirdiği parayı da arkadaşı Gazi Yaşargil’e verir. Yaşargil yurtdışına gider ve dünyaca ünlü bir beyin cerrahı olur. Ve bir oğlu olduğunda ismi bellidir artık: Can...
Can Yücel’in “Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” olarak anlattığı Hasan Ali Yücel, yarım asır önce 26 Şubat’ta öldü. Cebeci Asri Mezarlığı’nda yatıyor. Datça’da yatan oğlundan uzak.
Şair Hasan Hüseyin (Korkmazgil) de 26 Şubat’ta hayata veda etti. Yirmi yedi yıl önce... O da Karşıyaka Mezarlığı’nda yatıyor. Ziyaretçisi yok pek.
İki Hasan da memleket sevdalısı. Efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel üniversitelerde anılıyor her yıl. Bir kaç satır haber de çıkıyor, anma törenleriyle ilgili. Aynı gün hayattan ayrılan adaşı, şair olanı ise, artık unutulmuş sanki... “Akarsuya bırakılan mektup” gibi... Hatırlayalım diye, o şiirinden aktarıyorum dizeleri: “İncecikti gül dalıydı dokunsam kırılacaktı dokunmadım, kurudu gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını neden akşam oluyorum tren kalkınca kırlangıçlar birdenbire çekip gidince mendiller sallanınca neden tıkanıyorum öyle çok acımasız ki, öyle birdenbire ki gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı (...) gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç...”