Paylaş
Doğa sporları arasında dağcılık da, zirvelerinden birisi bu maceranın...
Lisedeyken az hevesim olsa da, yakından merakım hiç olmadı.
Olmadı ama, o bahis açılınca gözümün önüne bembeyaz karlar ve üzerine serpilmiş, kırmızı, sarı, turuncu küçük çadırlar gelir.
Dağcılar da kardelenler gibi, parlak renklerdeki özel giysileriyle belirir görsel hafızamda...
* * *
Parlak, çarpıcı renkli giysilerin dağcının düşmesi, kaybolması halinde daha kolay görünmesini, o renklerdeki çadırların kamp yerinin kolay bulunmasını sağladığı bilinir de...
Giyside-çadırda o “sıcak” renklerin fırtınada, tipide, zirvelerin yalnızlığında moral artırdığını sonradan öğrenmiştim.
* * *
Hiç bilmesem de, çok farklı bir his, bambaşka bir dünya olduğunu düşünürüm.
Hem dışarlarda, hem de dağcının içerlerinde bir dünya...
Aklımdan, Friedrich Nietzsche’nin “Bir uçurumun dibine uzun uzun bakarsınız, uçurum da sizin içinize bakmaya başlar” sözleri geçer.
Çağırır dağcıları, yamaçlarına... Uzaktan -fısıldarcasına- seslenir:
“Hadi zirve yapalım...”
Nermi Uygur dağları, “Herkesin yürüdüğü yollarda yürümeyenlerin evreni” olarak tanımlar.
Dağcı ise, “Kendi yolunu kendi yapan kişi”dir. “Dağcı sadece doruk için değil, dağdaki-kendisi için çıkar dağa” ona göre...
Zirveyi ararken, kendini bulur.
Lâkin böylesi arayışların bedeli yüksektir çoğu kez, çünkü dağ adil değildir.
Tıpkı 16 yıl önce 29 Şubat’ta dağda hayata veda eden Atlas Dergisi muhabiri, AKUT üyesi İskender Iğdır’ın dediği gibi:
“Dağcılık, yaşam ile ölü arasındaki çizgidir.”
* * *
Iğdır, (soy)adaşı Iğdır’daki Ağrı Dağı’nda buldu, orada kaybetti hayatını...
Son tırmanışından 4 ay önce, 29 Ekim’de de oradaymış.
Üç boyutlu haritasını çıkarmış dağın...
Sonra, 29 Şubat 2000’de Ağrı Dağı’nın zirvelerinde 5 bin metreye ulaşan Cehennem Deresi’nin cam gibi buzunda kaymış...
Uçuruma düşmüş.
Bir gün sonra, “Şeytan Çanağı” denilen yerde yüzükoyun yatarken bulmuşlar, bedenini...
Cenazesine, 17 Ağustos depreminde Akut üyesi olarak göçük altından kurtardığı 12 yaşındaki Tuğba Ekşi de katılmış.
Bir çiçek bırakmış, kırmızı...
* * *
Dokuz yıl önce, Ocak ayında ODTÜ’lü iki genci de aldı dağlar.
Dağcı arkadaşlarıyla birlikte Niğde Aladağlar’ın en yüksek noktasına, 3 bin 756 metredeki Demirkazık Zirvesi’ne dikiyorlar gözlerini.
Dağcıların Türkiye’deki Kabe’sine...
* * *
Bürkan Yüksel 22 yaşında. İsminin anlamı, "yanardağ".
Utku Kocabıyık ise 25 yaşında...
İki arkadaş da ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu üyesi.
* * *
Tırmanırken, tipi bastırıyor birden.
Altı arkadaştan üçü düşüp yaralanıyor.
Bürkan ve Utku asılı kalıyor kayalıklarda. Gece geliyor, eksi 25 derece...
Ve Demirkazık Zirvesi vermiyor iki genci.
Şubat ayında Hacettepe Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü üyesi dört genci vermediği gibi...
Bürkan web sayfasındaki profiline şu cümleyi almış:
"Dünya bir gündür, o da bugündür."
Öldükleri gün, yani 1 Ocak, yakın arkadaşı Utku'nun da en önemli günü.
Çünkü Utku, 1 Ocak 1982 doğumlu.
* * *
Dağlar, zirveleri. Nasıl da bakar, çağırır uzaktan...
Ama bir hüznü, acıyı, öyle yalnızlıkları yerinde öğrenmeye ne vaktim var, ne maharetim, ne de artık halim-hevesim...
Ama bakarım oralara uçuruma bakar gibi, bazen İlhan Berk’le çıkarım:
“Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum. Bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda. (...)
Yağmur yağmamazlık edemez. Taş, düşmemezlik...”
Paylaş