Paylaş
Emrah Serbes “Hikayem Paramparça”da der ya; “İnsan bir yerde doğdu mu oralı olmuyor, o zamanlı oluyor. Memleketi (bağlantısı/bağımlılığı) o zaman oluyor. İnsan zamanını durdurmak istediği yere aittir”...
Masumiyet Müzesi’nde sevgiliye bağlanmak da, onun dokunduğu eşyaları mekana/zamana yayarak, zamanı “o anda” durdurmaya, dondurmaya çalışan bir patoloji belki.
Çünkü o eşyalar, bağlanmanın başlangıçta mutluluğu/huzuru andıran rehavetini yaşatırken, giderek nekahetini de uzatır sanki.
* * *
“An”lar birikerek, birleşerek dünün boyunduruğundan, yarının belirsizliğinden uzak bir zamana ulaştırır Kemal’i. Ve o “upuzun şimdi”yi şöyle özetler:
“Bazen zamanı bütünüyle unutur, şimdinin içine yumuşacık bir yatağa yatar gibi yatardım.”
Bağlanma, şimdiki zamanı, ne zaman başladığını ve ne zaman biteceğini içermeyen geniş zaman yapma halidir.
* * *
Zayıflık, güvensizlik, güçsüzlük, koyu bir yalnızlık-reddedilme-terk edilme korkusu, süregen ya da ne zaman bastıracağı belli olmayan sancılar, gerçekçi olmayan beklentilere dayalı - senaryolu- sanrılar, zamanı-mekanı eğip bükme denemeleri...
Bağlanma, koyu duyguları saplantıya, yaşamı saran bir “sorun”a dönüştürebilir. Ötesi, o sorunları dindirme yöntemiyle de -vahim- seyredebilen bir süreci ortaya koyar çoğu kez.
O nedenle, özellikle edebiyat için kerameti kendinden menkuldür de, bunları bile bile biz neden bağlanırız?
* * *
Ahmet Altan, “Birine Bağlanmak” başlıklı yazısında yaman sorular yöneltir, “bağlananlar”a:
“Niye Hamlet delirecek olanı, Romeo ölecek olanı, Othello kuşkulanılacak olanı, Anna Karenina bencil olanı seçiyordu? Ve hangisi bağlılığın nedeni olarak deliliği, ölümü, kuşkuyu, bencilliği işaret ederdi?
Kuvvetli bağların -ibrişim görünümlü çelik bir yumak gibi insanı sarmalayan- iplikleri böyle zayıflıklara dokunuyorsa, bu bağlananların da zayıflıklarını, bozukluklarını göstermez miydi?
Biz, ‘bağlanmayı’ hep zirvelere doğru bir uçuş olarak anlatmaya çalışırken, belki de bağlılık, ölümün, deliliğin, kuşkunun, bencilliğin, bozulmanın karanlık uçurumlarına doğru bir kendini bırakıştı.
(...) Bağlanmak, ayırır bizi diğer insanlardan.
Diğerlerinin meyveleri toplayıp yediği bir bahçede, o meyvelerin bozulmasından elde edilmiş lezzetli ve yakıcı içkileri içmenin sarhoşluğuna, o içkiyi keşfetmiş olmanın ve kalabalıklardan ayrılmanın hazzıyla bırakırız kendimizi.
‘Niye bağlanırız bir insana’ diye sorulduğunda, ‘İçkileri meyvelerden cok sevdiğimiz için’ deriz.”
* * *
İçkileri meyvelerden çok sevdik, yanlış basılmış hatalı pulları, paraları en değerlisi kabul ettik... Hamlet’i Ophelia’ya, Romeo’yu Juliet’e, Othello’yu Desdemona’ya, hatta gerçek hayatta Scoot Fitzgerald’ı Zelda Sayre’e, Şenay’ı Şerif Yüzbaşıoğlu’na bağlayan o “hastalığa” belki yakalandık, belki atlattık, belki de aldırdık “bağ’demciği”...
Ama “Birine bağlanmak istemiyorum” derken, muhtemelen hep yalan söyledik.
Paylaş