Petshop’un sahibi canlı bir tavşanı pembe-beyaz kulaklarından tutarak, “dükkan”ında sattığı pitona yediriyordu. Ötesi bunu her gün, periyoduk olarak yineliyordu. Ve kendince “makul”, hatta pitonun beslenmesi için “gerekli” olan bu durumu gülümseyerek anlatıyordu gazetecilere...
Afrika’dan, Gana’dan getirtmiş pitonu. Evcil hayvan dükkanında satmak için. Önce dükkandaki satılmayan, elde kalan “canlı” hamsterlarla beslemiş yılanı. Büyümüş 2 metre olmuş. Artık hamsterlar da doyurmamaya başlamış. Satılmayan tavşanlara gelmiş sıra. Küçük, beyaz, hani pofuduk tavşanlarla doyurmaya çalışmış her gün büyüyen yılanı. Canlı tavşanlarla... Şaşırdınızsa şaşırmayın; aslanları arenada kölelerle besleyen türden geliyoruz biz.
Büyüyecek o piton, daha da büyüyecek. Tavşan da yetmeyecek onu doyurmaya. Ya sonra... Besleyecek mutlaka yılanı, çünkü “sermayesi”ni ona, yılana bağlamış.
Bu haberi okurken aklıma insanların içinde büyüyen yılanlar, büyüdükçe insanın kişiliğini, karakterini boğan pitonlar geldi. Hangi yılanlar büyür insanın içinde, yüreğine hangileri çöreklenir. Mesela nefret, kin, çıyan kıskançlık. Farklı olana düşmanlık ya da... (Hırant Dink’in öldürülmesinin üzerinden 4 yıl geçti, değil mi)
İçine yerleşen bu duygu yılan(cık)larını belki önce küçük küçük besliyor katiller. Sonra bakıyor ki içindeki yılan doymuyor. Daha da besliyor, daha daha... Büyüyor içindeki nefret, kin, düşmanlık. Doymuyor. Büyüyor daha da büyüyor. Ya sonra... Besliyor Dr. Jeykll, Mr. Hyde’ı.