Hikaye anlatıcısı

TELEVİZYON, internet, bilgi teknolojileri, yaşadığımız çağı kavramlaştırmaya yönelik adlandırma çabalarını da çeşitlendiriyor.

Birisi de, İletişim Çağı...
Ancak bu gelişmelerin “iletişim”e getirdiği kadar olmasa da, götürdüğü bir şeyler de var.
Hele yitip gidenlerden birisi, hala kare kare gözlerimin önünde.
Hikaye anlatıcıları...
* * *
Dedelerin efsanelerle içiçe hatıralarından, “Bir varmış, bir yokmuş” ninelerimizin masallarından söz etmiyorum yalnızca.
Yaşantıları(nı) öyküye dönüştürenler, gördüklerinden/duyduklarından hikayeler kuranlar vardı eskiden.
Ve anlatırlardı, uzun uzun.
Belki de TV, internet yani her gün önümüzden akan ekranlar olmadığı için, hayatın tek aynası sohbetti.
Mesela, arkadaşlığımızın neredeyse “ömründen uzun” olduğu Reha Mağden.
Herşeyi hikaye eder, her “an”ı öykülerdi.
Ordu’daki fındık bahçesini, Ankara’daki sardunya çiçeğini, Burgaz’daki iki kediyle, bir köpeği...
Fındık bahçesinde bir aşk, sardunyada bir ibadet, kedilerde bir ayaklanma imkanı bulur, anlatırdı.
Paylaşacağı şey de çoktu belli ki, paylaşacağı insan da...
Asıl onlar mı azaldı?
* * *
Şimdi arada rüyalarını, ama kurduğu değil gördüğü düşleri anlatan insanlar görüyorum.
Kimi -belki “tabir”inden de medet umarak- uzun uzun ayrıntılarıyla, kimi özetleyerek usulca...
Ya yaşananlar hikaye kurmaya yetmiyor.
Ya da saklanıyor, yaşanan hikayeler.
Düşler kalıyor geriye, olsun.
Coen kardeşler, “No Country for Old Man (İhtiyarlara yer yok)” filminin o hazin repliğinde, “Rüyalar her zaman görenler için ilginçtir” de deseler...
Siz yine de anlatın rüyalarınızı.
Hayra yoran da varolsun, yormayan da...
Yazarın Tüm Yazıları