Paylaş
Aklında işin-gücün bin bir hali yorgun-bıkkın yürürken, içerlerinde tıpırdayan bir tempo olur sokaktan gelen o ses. İçişlerine soluk aldırır.
Şehrin o düzen tutmayan gerginliğini, az-biraz akort eder.
Bir an için de olsa değiştirir seni.
Çünkü müzik değiştirir insanı...
İçini yıkar, dışını parlatır. Yüzüne hüzünle de olsa, tebessümle de... Hoş ifadeler ekler.
* * *
Bizde ne zaman bir yas hali olsa, önce müzik susturulur.
Eskiden başta TRT, radyo kanalları da klasik müziğe, birbirinden uzun, ağır konçertolara, senfonilere geçerdi ulusal yas günlerinde.
Seveni için tamam da... Sevmeyeni, kulağı alışık olmayanı bunalsın, daralsın isterlerdi sanki.
Şarkılarla, türkülerle, marşlarla ağlayan, gidenini ağıtlarla, hatta adına yazılmış türkülerle uğurlayan bir toplum için bu yasaklar, bana tuhaf gelir.
Ezan sesini duyunca müziği hemen kapatırız da... İnancımızı birbirinden güzel ilahilerle, ezanı -ehli okuduğunda- birbirinden nağmeli makamlarla dışa vururuz.
Biz tuhafız çünkü; yüreğimize, duygularımıza ket vurmayı marifet, delikanlılık, ağırbaşlılık filan sayarız.
Olduğumuz gibi görün(e)mez, göründüğümüz gibi de olamayız bir türlü...
Kalp gözü mühürlü, kalp para gibiyiz.
Kalpazanını devletçe-milletçe yetiştiririz.
* * *
Ve ne zaman bir “yas” hali olsa, müziği susturmak isterler.
Oysa müzik, güftesiyle, nağmesiyle yasın da en derin ifadesidir.
Çanakkale içinde, Muş’un yokuşunda, Yemen’in çöllerinde şehit düşenlerin hatırası, türküsüyle de gelir, taşınır bugüne.
Şehit cenazesi bando eşliğinde götürülür mezarına...
Türkçe-Kürtçe ağıtlar, ardından yazılan türküler gözyaşının sesi, acının sesli-sözlü tarihi olur.
* * *
Ama bırakmazlar ki, herkes yasını kendi meşrebince tutsun.
Yası da "tek tip" isterler.
Vermezler cenazeni...
Deniz'i, Yusuf'u, Hüseyin'i tek vasiyetlerini yok hükmünde sayarak, yanyana gömdürmezler.
Ne din, ne iman, ne vicdan... Dağıtırlar, ölülerini bile.
Ama müziği sustururlar.
* * *
Karadeniz’in yaralı sesi Kazım Koyuncu’nun ömrünün son demlerini yaşadığını bilmesine rağmen, son ana kadar konserlerine çıkması... Boşuna değildir.
Nazım Hikmet’in köyünden Ankara Garı’na gelip Kurtuluş Savaşı’na katılanları, “Ve türkü söylerken yaptığı gibi /Sesini incelterek marş okuyor genç Türk köylüsü” diye boğaza düğümlenen bir hıçkırık gibi anlatması da boşuna değildir.
Ruhi Su’nun tok sesiyle, “Hepsinin köyünde artık gözyaşıyla dolu testi, anneler babalar ümidi kesti” dizeleri...
Hepsinin başucunda “bir uzun selvi /kimimiz nişanlı, kimimiz evli” sözleri...
Yaşanan acılara saygısızlık değil, bizzat müzikle acının en derin, en saygılı ifadesidir.
* * *
MÜYAP ve MÜYORBİR’den yas için müziğin susması gerektiğini savunanlara bir yanıt geldi:
“Müzik ve sanat dünyasının insanları yaşanan acıları tüm hücrelerinde hissediyor. Ancak, yaşanan bu acılar karşısında ilk akla gelenin müziğin susturulması olması çok anlaşılır bir şey değil.
Müzik aslında hayatın kendisidir. İnsanlar acılarını, sevinçlerini müzikle dile getirir hatta tedavi ederler.
Müzik hayattır, insandır. Terörün amacı ise hayatı durdurmaktır.
Müziği susturun çağrısı yapanlar bilmelidir ki ‘yas tutma’ adına hayatın durdurulması çağrısı yapmaktadırlar. Terörün istediği ortam tam da budur. Müzik Meslek Birlikleri adına ‘Müziği durdurmayın’ çağrısını bir kez daha yüksek sesle haykırmayı görev biliyoruz.
Unutmayalım ki müziği durdurmak hayatı durdurmaktır.”
* * *
Herkes müziği -öyle ya da böyle- sever, kimi daha fazla sever.
Ve müziği sevmekle hayatı sevmek arasında, belki ancak notaya ya da şiire döküldüğünde algılanacak kuvvetli bir bağ vardır.
O bağ, yaşatır. Acıyı da, sevinci de kendi mezhebince yaşatır.
Müziği susturmayın, hayatı durdurmayın...
Siz iktidarı, muhalefetiyle o şablon, o her dem hazırda duran, "tek tip taziye mesajları"nızı yayınlayın.
Ocağına ateş düşenler ve o ateşi bağrında hissedenler, türküleriyle yas tutmayı da bilirler.
Paylaş