Paylaş
Köy halkı, bir demir külçesi kadar katıdır. Tıpkı köyün papazı Don Camillo ile belediye başkanı Peppone gibi.
Aralarındaki ezeli, uzlaşmaz rekabet, belediye başkanının köy meydanına ikinci bir saat asmasıyla alevlenir. Hem de kilisenin çan kulesindeki, papazın astığı eski saatin hemen yanına...
Kalabalık meydanda toplanır ve yanyana duran iki saate bakar.
Tam o sırada yeni saat, 10.00’u vurur. İki dakika sonra, kilisenin saati başlar bu kez çalmaya...
Don Camillo, “Fevkalade bir saat, ama iki dakika ileri” der. Peppone omuz silker:
“Biri çıksa da, size saatinizin iki dakika geri olduğunu söylese...”
Öfkesini bastırmaya çalışan Don Camillo, “Benim saatim 40 yıldan beri saniye şaşmamıştır” karşılığını verir.
Başkan Peppone’nin boyun damarları ip gibi kabarır:
“Sen zamanı tekeline almak istediğin için kızıyorsun. Zaman halka da aittir!”...
* * *
Saatler iki dakika arayla 10.30’u çaldığında, kalabalık ikiye bölünmüştür bile...
Kimi “Kilisenin saati doğru” der inatla, kimi diretir, “Hayır belediyeninki”...
Kalabalıktan birisi elindeki sopayı karşısındakine kaldırırken, olağanüstü bir şey olur. Hem eski, hem de yeni saat birlikte on biri vurmaya başlar, hiç şaşmadan on bir kez...
Bir uyum içinde...
Kalabalık o an dağılır. Köstekli saatler ceplerdeki yerini alır.
Satıcılar tezgahlarına, memurlar belediyeye, Don Camillo kiliseye döner.
* * *
İtalyan mizah yazarı, Giovanni Guareschi’nin öyküsündeki gibi, 30 yıldan beri bugün an, saatlerin birlikte çaldığı zamandır.
Hemen her nabız atımında, yıllardır sokağa, dağa, meydana akan kanın durduğu zamandır.
Geriydi-ileriydi, zamanıydı-değildi, öyleydi-böyleydi kavgalarının meydandakilere, barışı en yakınından acılarla yıllardır bekleyenlere faydası yok.
Oğlu, 2013/1 celbinde askere gidecek ana-babaya sorun bakalım, faydası var mı?
Otuz yıl önce “başkasının ölümü” diye geçiştirilen ortam, yıllardır hepimizin yarasını sızlatıyor.
Ve böyle bir ortamda, ilk kez taşlı-sopalı, gözyaşlı-kanlı çatışmaların yaşandığı Nevruz, bir barış bayramı olarak kutlanıyor.
Barışa, bahara, umuda en yakın böyle bir anı, “Kim kaç adım attı, kim taviz verdi...” tartışmalarıyla flulaştırmaya çalışmanın kıymeti harbiyesi yok.
Otuz yıldır ölen on binlerce insan karşısında kabuk bağlayan insani endişeyi, bugün “politik endişe” olarak hortlatma çabaları da yararsız...
Hava döndü, barıştan esiyor yel...
* * *
Almanya Başbakanı Willy Brandt, Nazilerin katlettiği Polonyalıların anısına yapılan anıtın önünde diz çöker, katliamdan çeyrek asır sonra.
O sessiz, o naif beden hareketiyle özür diler, o “utanç anıtı”nın karşısında... Dizlerinin bağı çözülmüşçesine...
Ve ardından Nobel Barış Ödülü verilir, “toplumsal ar duygusu”nu o ülkenin başbakanı nezdinde diz çökerek ifade eden Brandt’a...
Toplumsal barış, çoğu kez toplumsal vicdan ve ar duygusuyla yakından ilintilidir.
Ve bu denklemden bugün herkese bir pay düşüyor.
Elbet, umut da...
Paylaş