RESSAM Yalçın Gökçebağ, renklerini paylaştı dostlarıyla.
Resimlerini yaparken renkleri saldığı, yeniden ürettiği paletlerini... Bana da verdi, armağan etti renklerini. Sordum, “Hangi resme/resimlere renk verdi bu paletteki gökkuşağı?”... “Bu rengarenk boyalar, ‘rengahenk’ olup hangi tabloyu yarattı?” “Kış resimleri” dedi. Hemen çantasından 6 Aralık’ta Armoni Sanat Galerisi’ndeki yeni sergisinin davetiyesini çıkarttı. Lacivertler-maviler gök olmuş, beyazlar yağmış mevsimine, gölgeler siyah. Paletindeki o renkler(le) kışı yaratmış. Ve ağaçlar var, her mevsiminde... Çoğu yalnız.
Mecazen demiyorum. “Renk yaratmak” nasıl bir şeydir yarabbi. Mesela Van Gogh gibi fırça darbeleriyle, buğday tarlasını yeniden yaratıp... Van Gogh sarısını... Sonra bir kara karga bulutunu, kendi yarattığı tarlalara salmak. Acaba nasıldı onun paleti?
Ya bizim her gün yaşamımızı, oradan aldığımız renklerle boyadığımız palet? Bazı renklerini, bazen ana rengini, başkalarının, işin/eşin/mesleğin/devletin önceden yerleştirdiği... Aradığımız eflatunsa, içine mavimizi katıp ama onun kırmızısından hareketle bulmak. Turuncuysa; sarımızın, onların kırmızısına mahkum olması... Ne yaparsak yapalım, dışımızdaki renklerin üzerimize, tablomuza abannması... Sahi, sizin paletinizde ne renkler var? Ve o renkler kime ait... Biz mutluluğun resmini, kendi renklerimiz olmadan yapabilir miyiz Abidin, Yalçın? “Palet”in aynı zamanda, yüzmeyi/açılmayı kolaylaştıran bir gerecin adı olması, rastlantı mıdır, dil dumuru mu yoksa “umut” mu, arkadaşlar?
Gökçebağ ağaç seviyor. Yalnız ağaçları daha çok... Tek başına ayakta kaldıkları için mi? Her ağacın rengini mevsime rağmen, kendisi, yeniden ürettiği için mi... Ve bu ikisi akraba mıdır; tek tabanca olup da, rengini yeniden üretmek? Yanıtı paletinde gizlidir elbet.