Paylaş
Dört yıl, önce master sonra doktora sürecini yaşadım.
Ve 12 Eylül'ün armağanı YÖK'ü.
Bilimsel üretim sürecine de ağır müdahaleler oldu.
Akademisyenlere de...
Sınav kağıtlarına, dershanelere kadar herşeye soktular, her an, her yerde farklı kokular arayan "memur" burunlarını...
Hocalarımız ünlü 1475 ile üniversiteden atılınca, iki genç akademisyen arkadaşımla birlikte istifa ettik.
Hüzünlenmiştim o zaman.
Şimdi düşünüyorum da, iyi ki ayrılmışım üniversiteden.
Özlediğim hiç bir şey yok geride.
Bazı hocalarım/meslektaşlarım, pırıltılı öğrenciler dışında.
Onların da çok azı, nice badirelerden sonra kalabildi üniversitede.
* * *
Geçenlerde araştırma görevlileri eylemdeydi.
YÖK Kanunu'ndaki değişikliklerle ilgili.
İş güvenceleri kalmadı genç akademisyenlerin.
Kadro garantisi...
Maaşları zaten malum.
Ne "nohut oda, bakla sofa" kiraya yeter, ne kitabevi taksitine...
Bilimsel özerklik, fikir-ifade özgürlüğü, söz hakkı ise, hala darbe mevzuatı.
Bir çok akademisyenin ufku, mecburen, "hoca"sının zorladığı ders kitapları ve o dar pencereyle sınırlı.
"Bilimsel" mesaisi, görev tanımı ise, mevzuattaki "ilgili diğer görevler" ifadesiyle kuşatılmış.
Hani, yoklama yapma, sınav kağıdı okuma, angarya dersler gibi...
"Çanta taşıtma" denirdi, denir de ayıplanır, kınanırdı bizim dönemde.
* * *
Otuz beş bine yakın araştırma görevlisi...
Ne günü garanti, ne de geleceği.
12 Eylül öncesinde aynı bölümde birlikte çalıştığımız hocam Ercan Eyüboğlu'nun, o dönemde bir anda Türkiye'ye yayılan uyarlamasını hatırlıyorum.
Erzurumlu Emrah'ın "Söyledi Yok Yok" şiirinden uyarladığı "YÖK YÖK"ü:
"Dedim kalem nedir, dedi kırıla
Dedim umut var mı, söyledi YÖK YÖK..."
Paylaş