Paylaş
Tam 55 yıl önce.
Bir bahar gecesi, 02.35'de...
* * *
Her 11 Mayıs'ta hatırlarım, Sait Faik'i.
Özellikle, Bir İlkbahar Hikayesi'ni...
Ve bahara, "hayat"a ve ömre dair -alıp götüren- o cümlesini:
"Yaşı kırkı aşmış bir adamın, mevsimler içinden ilkbaharı biraz üzüntü ile duymamasına imkan yoktur..."
Karıştırırım hikayelerini, kimbilir kaçıncı kez.
Bir "mahalle çocuğu"nun vakanüvisliğinde çocukluğumu hatırlarım.
Öyle beklerim baharı.
* * *
Hikayelerinin ismi bile bir hayat, bir hayal imkanıdır.
"Mahalle Kahvesi"ndeki "Lüzumsuz Adam"da "lüzum" ararım.
Medarı Maişet Motoru'nun tayfası olurum bazen, deniz kokusu gelir burnuma.
Bazen Havada Bulut olurum, bir türlü yağamayan.
Bazen Tüneldeki Çocuk...
Artık balkonlara pike yapmayan kırlangıçları, Kızılay'da ağaçlara salkımlanmayan sığırcıkları, yıllardır karşı damda görünmeyen baykuşu hatırlarım.
Yani, Son Kuşlar'ı.
* * *
Burgaz Ada'yı, Çayır Sokak'taki evini hatırlarım en çok.
Bahçesinde biten, minicik, neredeyse tığ işi papatyaları.
Ve Sait Faik'in bir kış günü Burgaz'da evinde yazdığı şu satırları:
"Şehirden tam dokuz mil uzaktayım.
Dört tarafım su içinde.
Çan çalıyor, uzaktan bir araba (fayton) sesi duyuluyor.
Bu boş sandalye birdenbire doluvermeli.
Kim gelip oturmalı?
Hiç kimseyi istemiyorum.
Ama sandalye...
Bir insan bekler gibi duran sandalye?
Onu yapan sandalyeci yaman adammış doğrusu.
Sandalyeye insan bekletmesini bilmiş."
* * *
Bu yıl gecikti, ilkbahar.
Paylaş