SALI günü “Hürriyet Hakkımızdır Treni”ni Ankara Garı’ndan uğurladık.
Yirmi beş ili dolaşacak tren ve “Türkiye ne istiyor” sorusuna yanıt arayacak. Ankara Garı yine etkiledi beni. Yıllar önce Gar’da simit satan birisinin hikayesini dinlemiştim. Ankara Garı’nda simit satmaya ilk başladığında, kör raylardaki hizmet dışı bir vagonda yatmış. Hiç bir yere gitmeyen bir trende, her yeri dolaşan rüyalara dalarak. İlk günlerde her sabah uyandığında, farklı bir istasyonu aramış gözleri. Ama sonra anlamış ki, duran trende geçen istasyonlar değil zamanmış. Tek “durak”ta geçen bir hayatmış, yaşanan tüm ömür. ¡ ¡ ¡ Onunla sohbetimden hatırladığım, -abarttığım- bir film kesiti var. Bir gün “Tren geldi mi?” diye sormuş adamın biri. “Sesini duymadım trenin de...” diye eklemiş. Treni kaçırmış ya da trenden beklediği yolcu inmemiş gibi, bir anda yaşlanan bakışları varmış adamın. Bizim simitçi yaşını kestirememiş adamın ve “abi” diyememiş: “Beyim, Ankara’nın trenleri az bağırır, düdüğü denizle çoğalan Haydarpaşa gibi değildir.” Sonra düdüklerin, trenin, koşuşan yolcuların çekildiği Gar sessizliğinde topuk sesleri yankılanmış. Genç kadın, seslerin sisinden çıkmış aniden. Buruşmuş emprime eteği, gözkapakları gibi yol yorgunu... Gar’ın koridorundaki adımlarının yankısı, adamın gönlüne kampana gibi vurmuş. Fark etmiş adamın kıpırtısını simitçi. Ki hep, yarım sohbetlermiş zaten yaşadığı. Bir düdükle başlayan, bir başka düdükle biten, hep yarım kalan sohbetler. Adamı rahatlatarak aradan çekilmek istercesine yüzünü oğuşturmuş. Ve Gar’ın akustiğinde çoğalan fısıltısıyla, “Simit ister misin abi?” demiş. ¡ ¡ ¡ Ve herkes kendi rüyasına çekilirken, “Belki bir başka sefere” diye mırıldanmış adam. Hızla uzaklaşmış. Kadın bir başkasını ya da onu Ankara’dan uzaklaştıracak başka bir treni bekler gibiymiş. Gerisini durduğu yerden görememiş simitçi. Hani “Yar sevgisiz, gar delisiz” olmaz ya. Gar’ı evi kılan hırpani kılıklı adam, “fırsat bu fırsattır” deyip yanaşmış simitçiye: “Ben bir simit isterim abi...”