LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
BU şehir artık aldatıyor bizi.
Sadece trafiği, betonu, suyu, suçu ile mi.
Mevsimiyle de. Ne baharı bahar, ne sonbaharı sonbahar.
Sanki kalem değil artık elem gerek, bu şehri yazmaya.
Ve yaşamak için yeni bir takvim gerek.
Çünkü günler hicri değil, hicrani.
* * *
Bir firar imkanı arıyor arkadaşlarım.
Günlüğüne, aylığına ya da ebediyen.
Çoğu, yeni müfredata hiç uyum sağlayamayan muallim.
Bazısı erken emekli hayat bilgisi öğretmeni.
Ama biliyoruz hepimiz.
Hüzünle biliyoruz; yaşadıkça alıştık, alıştıkça yaşamı erteledik bu şehirde.
Ankara kalabalıklaşırken, içimiz ıssızlaştı giderek.
Ki biliyoruz, her insanın içi başka bir şehirdir. Ve hayalleniyoruz başka şehirlere.
* * *
Oysa her ayrıldığımızda bu kentten, insanı yeniden kendine kavuşturan bir günlük gibi dönerdik ona, geriye.
Ankara’yı sevmek, insanın kendini sevmesi ile birlikte büyüyen bir sırdı eskiden.
Sadıktık Ankara’ya. Ama şimdi bilmiyorum, erdem midir bir şehre sadakat.
* * *
Şimdi kaçmalı mı Ankara’dan.
Kaçmalı ve başka bir şehirde yeni bir mutsuzluğu mu aramalı.
Yoksa kıyılara mı gitmeli, tüm kavramların, zamanın-mekanın dalgalara karıştığı sessiz-ıssız denizlere.
Kendinle başbaşa, ihtiyarlamalı.
Yoksa kaçmalı, sonra tekrar kollarına mı koşmalı Ankara’nın.
Eğer özlemin hala (t)adı varsa.
Bir tek şey kesin: bu şehri bazen aldatmalı.
Ve aldatmanın tadına varmalı, henüz suç, zina değilken bir şehri boynuzlamak.
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları