BUGÜN sürmanşetimizde yer alan araştırma, çocukların yetiştirilme süreci açısından da yeni birşeyleri muştuluyor.
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın araştırmasına göre ailelerin “Çocuğum mutlaka erkek olsun” tercihi gerilemiş. Aileler 70’li yıllarda yüzde 84 oranında erkek çocuk isterken, 2000’li yıllarda bu tercih yüzde 41’e kadar düşmüş.
İyi bir şey elbette. Ama ben bu yazıyı yazarken, belki yine bir düğünde ya da sünnet düğününde havaya sıkılan silahlardan çıkan kurşunla birileri ölecek. Tıpkı, DTCF ikinci sınıf öğrencisiyken hayatını kaybeten Sezin Aksoy gibi. 19 yaşındaydı, sünnet düğününe gitti eğlenmek için. Ama 17 yaşındaki İ.D.’nin “havaya” sıktığı silahtan çıkan kurşunlarla hayatını kaybetti. İkisi ağır, birisi beş yaşında beş yaralı da, aynı “kutlama”ya hedef oldu. İ.D. yaşı küçük olduğu için 8 yıl hapis cezası aldı. Herhalde çoktan çıkmıştır hapisten.
Sünnet düğünü ve silah... İkisi de aslında, geleneklerle iç içe bir tercihin ifadesi.... Ve bu kelimeler kontrol edilemeyen ilkel güdülerle, toplumda rağbet görme isteğiyle, erkeklik ve güç simgesiyle, yanlış eğitim ve yetiştirmeyle bir araya gelince, sonuçlar ölümcül olabiliyor.
Doğmadan önce dillendirilen erkek çocuk tercihinin, doğduktan sonra yapılan tercihlerle nereye vardığını da görüyoruz, gazetelerin üçüncü sayfalarında. Mesela, “Al silahı, git namusumuzu temizle” cinayetlerinde... Ve namus cinayetlerinin de daha çok “silah atılan toplumlarda” görüldüğünü belgeliyor araştırmalar. Kadınlar ve çocuklar, erkeklerin edindiği gerçek silahların da gölgesinde yaşıyor. Hala bir silah, bir güç olarak kullanılan “erkekliğin” gölgesinde de...