Paylaş
O dizeyi okuduğumda, deprem imgesi, muhayyilemin iç denizinde şairin rüzgarıyla gezen yelkenli gibi beni başka hallere taşımıştı.
Ki, “deprem” imgesini sever aşk şiirleri.
Kiminde dudaklarda yaşatır depremi; kiminde yağmurda ıslanmış tende, hasreti tuşa getirmiş bedende...
* * *
Bir başka şair depremin içerlerdeki sarsıntısını, her eli telefona uzandığında yaşar.
Ya da hayallerle boğuşur Attila İlhan’ın dizelerindeki gibi, “hayallerin gürültüsü /sinsi bir deprem gibi camların titremesinden”.
Ama bir gün o imgeyi bireyselleştiren hayaller, gerçeğin görüntüsünün altında, enkazında kalır.
Ve şiir bir imgesini yitirir, gerçek hayattan özür diler gibi...
* * *
Lice’de, Erzincan’da, Marmara’da, Düzce’de, Van’da şiir bir imgesini yitirdi. Aşk artık oralarda depreme benze(tile)miyor.
Tende, bedenen yaşanan sarsıntı artık deprem sözcüğü ile girmiyor şiire... Eğer şiiri yazılacak aşklara onarabilmişse kendini, oralardaki gönüller...
İmge gibi uçsuz bucaksız bir hayali, bir düşü de daralttı, ‘orada’ yaşanan depremler.
Sevda, tutku dilinde bedeni kuşatan bir sarsıntıyı ifade eden bu sözcük, yaşanan gerçekle duvarların arasına, altına sıkıştı.
Bir travmanın adı oldu.
Şair artık oralarda, içindeki şiire söz biçerken ya da kuytusundaki sözleri şiirleştirirken, deprem sözcüğünü imge kılamıyor.
İmgeyi güzelleyen hayal, düş; deprem sözcüğünde, artık gerçeğin belleğe nakşolan “görüntüleri” ile karardı.
Deprem belki uzunca bir süre aşk şiirine katılacak, baskın baharatlardan, tadı dudakta kalan yaban tatlardan birisi değil travmanın coğrafyasında.
Depremin bellekteki, yürekteki, korkulardaki, psikolojik dokudaki kalıcı ritmi, bir imge olarak şiire ritm vermesini engelleyecek uzun süre.
Çünkü imgenin “yaşatmayı” amaçladığı hayal, depremin yaşanmış (yaşanan) görüntülerinin ölümcül enkazında hala...
* * *
Şiirde deprem sadece, Cemal Süreya’nın dizelerinde Varto’ya yollanan “süttozu”, bir başka şiirde Erzincan’a katarlanan battaniye...
O battaniye belki hala iki sevdalının “deprem”ine örtü, ısı olamıyor oralarda. Battaniyenin deprem sırasında ölümde ve yaşam mücadelesindeki işlevi, dalıyor sevdalı bedenleri de.
Ve depremin üstesinden gelecek bir aşkı kolay tasarlayamıyor, depremi bizzat yaşayan gönüller.
* * *
Biz uzaktaydık. Ama bizim de değişti deprem imgemiz; bir vicdan muhasebesi, bir dil yarası, belli belirsiz bir eksik kalma duygusu...
Şimdi bize yeniden sorsa şair:
“Depremler senin neren?”
Travma Soma’daki göçükle hala tazeyse; Sahi nerem(iz)?
Travmayla ilişkimiz/algımız da belki böyle seyretti, yıllarca:
“Sahi, aslında neremiz?”
Paylaş