Paylaş
Başrolünü bir güzel Sean Connery’nin omuzladığı, Jean-Jacques Annaud'nun Gülün Adı filmindeki diyalog geliyor aklıma.
Manastırda gizli bir bölmede tutulan kitapların yasaklanmasına karşı çıkan rahip, yaşlı keşişe sorar:
“Kahkaha sizi neden bu kadar korkutuyor?”
Yüzünde kaş çatmanın derin çizgilerini, surat asmanın ekşi mimiklerini mask gibi barındıran keşiş yanıt verir:
“Kahkaha korkuyu öldürür, korku olmazsa inanç da olmaz.
Kahkaha sıradan insanların yaratısıdır. Ama ya bu kitaplar yüzünden eğitimli insanlar da herşeye gülmenin normal olduğuna inanırsa...
Bütün dünya karmaşaya bürünür.”
Bırakın Ortaçağ’ı...
18. Yüzyıl bile gülmenin insan ırkının gelişmesini önlediğini iddia eden, sakıncalarını sıralayan filozoflar, din adamlarıyla doludur.
Gülmenin insanı çirkinleştirdiğini, bioritmini bozduğunu savunan felsefeci Geogerge Vasey misal. Ankara’yı, sokakları, caddeleri dolduran ölü tebessümler cemaatini görse, öğretisinin kardeş kenti yapar.
* * *
Kültürümüz, asık suratlı deyimler-deyişler ile doludur çünkü. Gülmeyi ahlaksızlık, günah kabul eden tutumlarla...
Bizde de, dünyada da bazı ilahiyatçılar, kahkahayı “ses zinası” saymıştır mesela.
Atasözü bile olmuştur ağırından; “Hafifmeşrepliğin 10 çeşidi vardır, 9’u gülmeyle ilgilidir...”
Delikanlılığın raconunu yazanların, en başına “Karı gibi gülme” lakırtısını yerleştirmesi boşuna değildir.
Herşeyin bir yeri, zamanı, kadını, erkeği filanı vardır.
* * *
Gülmenin, gülümsemenin, kahkaha atmanın sıkı bir sosyalleşme aracı olduğuna inanırım.
Ve kahkaha gücünü, -çoğu kez- gayrı-iradi olmasından gelen pervasızlıktan, çekinmezlikten alır.
Engellenemezliği, bazen bulaşıcılığı ürkütür insanları...
* * *
Yine aynı yönetmenden, Annaud'dan uzun yıllar önce izlediğim bir film daha vardı; Quest for Fire (Ateşi Aramak).
Filmde, farklı gelişmişlik düzeyinde üç ilkel topluluk anlatılıyordu.
Toplulukları sınıflandıran ölçüt ise, ateş karşısındaki konumlarıydı.
En gelişmişi, ateş yakmasını bilenlerdi.
Daha az gelişmiş olanı ise, yıldırım düşen ağaçtaki alevi sürekli besleyerek, söndürmeden ateşi saklayabilenler...
En ilkeli ise ateşi baskınla, çalarak elde eden barbarlardı.
Bir gün barbarlar, diğer grubun sakladığı ateşi çaldılar mağaradan. Ve bir grup genç, barbarlara kaptırdıkları ateşi aramaya çıktı.
Sonunda karşılaştılar, tanıştılar ateş yakmayı bilenlerle... Ve onlardan ateş kadar sıcak, o denli değerli iki şey daha öğrendiler:
Gülmeyi-kahkaha atmayı ve öpüşmeyi...
Ateş yakmayı bilen (yani en gelişmiş topluluk), gülmeyi de biliyordu.
* * *
Gülümseme bir medeniyet ölçütüdür.
Ve bence içten bir kahkaha, 21. Yüzyıl’ın ihtiyaç duyduğu ana senfonidir.
Paylaş