BUGÜN sürmanşetimiz, “oyuncak” meselesinde de Avrupa’nın 10 kat gerisinde olduğumuzu belgeliyor.
Avrupa yolunda ciddi adımlar atamayıp ya da atılan adımların gerisini getiremeyip “oyuncak olmak”tan iyidir, diyenler de çıkabilir ama meramım o değil. Ebeveynlerin oyuncak alımında Avrupa’nın epey gerilerde kalması elbette bu konuda “cimri” olduğunu göstermiyor. Belki öncelikle “sosyo-ekonomik bütçe” planlamasında oyuncağın çok gerilerde kaldığını gösteriyor... Nitekim dernek başkanının açıklaması, “güncelleme” adı yakıştırılan vergi bombardırmanının oyuncakta bile etkiliğini olduğunu ortaya koyuyor. “Marka oyuncak”lar, her gün yeni bir “kahraman”la piyasaya sürülen “oyuncak modası”, sınırlı bütçelerin yanından geçeceği bir pazar değil. Plastik bir arabaya “isim konunca”, arabanın fiyatı değişiyor. Dandik bir kız çocuğu çantası, çizgi kahramanının ismiyle markalanınca, “derisi” kalınlaşıyor.
Ötesi kulağa tuhaf gelse de “oyuncak vergisi” babından bir realite var. Ama ben oyuncaktan çok, bu ülkede “oyun”un yüksek bedeline dikkat çekmek istiyorum. Şehirleşmenin, kent rantının buldozer etkisi ne mahalle bırakıyor, ne trafikten uzak oyun sokakları... Sokaklarda var bir oyun ama o çocuklara göre değil!
“Oyun”un ev hapsine alınması, elbette oyuncak çeşidini, seçimini de etkileyecek. Bilgisayar oyunları ve TV‘nin hegomonyası bir yanda... TV zaten bir çok evde çocuk oyuncağı... Tazı yarışına dönüşen eğitim sisteminin “oyun zamanı” bırakmaması, öte yanda... Ne mekan uygun, ne zaman, ne bütçe... Nereye sığsın/sığınsın, oyun-oyuncak.
Her oyun, her oyuncak aslında hayal üretimidir. Tersi de doğrudur sanırım, hayal varsa oyun kurulur... Hayal kuracak vakit, hal varsa... Sokak yoksa, hayal de evde kalır. Hayal sokağa çıkamıyorsa, oyuncak zaten hücrede tutuklu malzemesi... Gerisi lafugüzaf.