Ceviz ağacı olmak varmış

İki gündür yazdığım ve sadece bir ömür boyu değil neredeyse bir asır yasaklanan, bazen de sadece “politik” yönüyle ele alınıp alkışlanan/yuhlanan “Nazım Hikmet şiiri”, aslında farklı bir tartışma için de uygun bir zemin.

Haberin Devamı

Bir şiiri, bir romanı, bir eseri sevmek, beğenmek için yazanına mı bakmak gerekir, yazılana mı...
Sorunun yanıtı ortada olsa da, “şu yalnız ülkemizde” yalnız kalmamak, “cemaat”ine, “cemiyet”ine aykırı düşmemek isteyen bir çok insan, okuduğu kitabı, yazanın “kimliği”nin makbul olup olmadığıyla ilgilenir.
Kendi siyasi görüşüne ters geldiği için Necip Fazıl’a, Nazım Hikmet’e küfürlenenlere, öyle uzağa gitmeye gerek yok.
Nobel alan Orhan Pamuk mesela. Ona, “Al sana Nobel” diyenlerin kaçı, kitaplarını okudu acaba?
Hırant Dink’i eğip büktükleri, tahrif ettikleri bir tek cümlesiyle afişe edip infaz vitrinine çıkaranlar, muhtemelen onun -baştan sona- tek yazısını öldürüldükten sonra gazetelerden okudular:
“Benim için asıl tehdit, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence. ‘Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?’ sorusu asıl beynimi kemiren. Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların ‘A bak, bu o Ermeni değil mi?’ diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum. Bu işkencenin bir yanı tedirginlik. Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik. Tıpkı bir güvercin gibiyim… Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım
Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.”

* * *

Haberin Devamı

Bir şiiri, bir romanı sevebilmek için o şiiri, romanı değil de onu yazan şairin, edebiyatçının kusurunu “okuyan”, sadece onun “ne menem” biri olduğuna takılı kalan insanın, -en azından- ufku daralır.
Bir insanın yaratısını tartışmak ayrıdır, toplumsal yaradılışını tartışmak ayrı...
Misal... Charles Bukowski, alkolik, berduş, serseri, ahlaksız, dinsiz, kadın düşkünü ve düşmanı, kendi deyimiyle “pis moruk” ise sizin için sadece...
Ve o nedenle onun yazdıklarına asla bakmayacaksanız, sanatın dehlizlerinde gezinemeyecek kadar “pir-ü pak (cillop gibi mi deniyor şimdi)” kalırsınız.
Mevzu sadece “yazın” da değil.
Resimde, heykelde “edep yeri”nin görünüp görünmediği ise sizce bütün mesele...
Size, gerekirse sizin de evde yapabileceğiniz küçük ve makul el sanatlarını öneririm.

* * *

Haberin Devamı

Madem “edep”e geldik, dün yazımda değindiğim “yasaklı kitaplar”ın yasaklarının kaldırılması meselesine de gelelim.
Tam, “Ne güzel” derken... Öte yandan fırından yeni çıkmış yasaklar...
İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu takmış “yakın” gözlüğünü, Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” romanının iki sayfasını “gayrı ahlaki” bularak cımbızlamış.
Eh, bakanlığa yazı yazıp sansür isteyeceğinize koysaydınız basılan kitapları önünüze, o iki sayfayı koparıp, yolsaydınız... Hallolurdu mesele.
Bir de tüm dünya dillerine çevrilen Şeker Portakalı’nı ödev olarak verdi diye soruşturma açılan öğretmen var ki...
Çocukların “Portakalı soydum, başucuna koydum. Ben bir yalan uydurdum” tekerlemesi “bebe” kalır...
Anlatsam, dişim kamaşır.

* * *

Haberin Devamı

Böylesi durumlar, benim de endazemi kaydırıyor. Yarı farkında yarı değil, klavyem sağdan-sola, soldan-sağa bayrak sallayan ront müziğini tek parmak tuşlayan küçük bir orga (eskiden ‘organ’ denirdi) dönüşüyor.
Neyse, toparlarsak...
Nazım’ın 111. doğumgününü bu aralar rahatça kutlamak, o bizim kadar eski yasaklı kitaplar listesini yırtıp atmak önemli elbet.
Ama bu sizi ferahlatmasın.
Çünkü bu ülkenin her zaman ve hala zihinsel, sanatsal yaratıda, yazıda-çizide kuralları, duvarları var.
Yazılı olan ve olmayan, yazılı olmayıp da kafalara yazdırılan kuralları...
Son yerine, Murat Belge’nin cümlesini ödünç alayım:
“Nazım, ‘Ben bir ceviz ağacıyım, Gülhane Parkı’nda’ diyerek, bu kurallara göre yerini belirlemişti. Gene en sağlam yer orasıdır, fazla gezinmeye gelmez...”

Yazarın Tüm Yazıları