KAYGISI gişe değil sadece "sanat" olan filmlere mekan kalmadı Başkent’te.
İrfan-İnci Demirkol’un yıllarca "zararına" getirdiği Avrupa filmlerinin gösterim merkezi Kavaklıdere Sineması kapandı.
Mecburiyetten...
Bin bir güçlükle, hatta banka kredisi alınarak düzenlenen "Ankara Uluslararası Film Festivali", her seferinde "Gelecek yıl ne olacak?" sorusunun gölgesinde.
Uçan Süpürge’nin "Uluslararası Kadın Filmleri Festivali" keza...
Dünya Kadınlar Günü’nde icra gelmişti filmlerine, bilgisayarlarına...
* * *
Sinema "yedinci sanat" olarak yok artık Başkent’te.
Peki ya televizyon kanallarındaki durum.
ABD sineması dışındaki örneklere, sanat filmlerine, sinema klasiklerine yer veren kanallar artık başka bir şeyin gölgesinde.
RTÜK’ün, sansürün ve belki bu nedenle mecburi özdenetimin karartmasında...
Yedinci sanat, TV’lerde de kırpık.
"Altı buçuk"...
Daha önceden izlediğim bir filmin, "açık" ya da "edep/adap/sosyal ahlak dışı" sayılan sahnesi yok.
Tümüyle kesilmiş...
Ya da bir kadının bir an göğsünün, bacaklarının -bile- gözüktüğü sahnede, o edep dışı göğüs ve bacak flulaştırılmış, karartılmış.
Protokol geliyor diye çıplak heykeller, nü tabloları bile örtülüyor.
Kendi halinde/cürmünde bir vatandaşken akla (mantığa) gelmeyen yasaklar, iktidar olunca servise konuluyor.
Hani gezdiği sergide Polonyalı bir ressamın tablosunu müstehcen bulan Kenan Evren’in, emekliliğinde nü çalışmaya başlaması misali...
* * *
İnsan teninden, bedeninden arındırılmış/ayıklanmış bir tür "sanat mevzuatı" yerleştiriliyor hayatımıza.
Usulca.
Alkolde kırmızı bölge gibi, ekranlarda, perdelerde, sergilerde, heykellerde, festivallerde kırmızı bölgeler...
Ama burası Ankara.
Farklıdır Başkent.
Otuz beş yıl önce Paris’te Son Tango’yu kesintisiz izlemiştir, Maltepe’de Gölbaşı Sineması’nda.