BİR insanın yaşlandığı, belki de en çok “yaşlanan hatıraları” ile ortaya çıkar.
Sanırım en akılda kalan, keyifle anlatılan hatıralar da, okula dairdir. Geride bırakınca, “tatlı” gelir. Bu mevzuda, “baba kuşağımız”ın ders çalışma anıları, literatürde güzide bir yer tutar: “Sokak lambalarının ışığında çalışırdık...” “Dede kuşağı”nın eğitim yıllarında, çocukluklarında ise belki de Edison’a sıra gelmemiş, “havsala müfredatı” o soyut elektrikli meseleyi dışarıda bırakmıştır.
Benim küçüklüğümde ise elektrik, temel olarak “aydınlatma” için kullanılan, buzdolabı ve çamaşır makinesini çalıştıran (bulaşık makinesi yoktu elbette), arada bir insanları çarpan bir şeydi. Bizim dışımızda evde ses çıkartan tek cihazın “kalem pil” ile çalışan radyolar olması, “elektrik” ihtiyacımızın rahatça aydınlanmaya indirgenmesini sağlıyordu. Ki, bazen periyodik-sistematik uygulanan elektrik kesintileri, bizim kuşağın çocukları için “ders çalışmama bahanesi”, mumların ışında duvarda elle ya da çarşaf ardında oyuncaklarla kukla imkanıydı. Doğuştan romantik olanlarımız, mum eşliğinde cep radyosundan “Dinleyici İstekleri”ni de dinlerdi elbet. Sokak lambası derseniz, sokaklarda lambalar hep yanardı diye hatırlıyorum. Çünkü “kukalı saklambaç”, “yakantop” geceleri, karanlıkta oynanabilitesi olabilen oyunlar değildi. Biz geceleri de hemen her oyunu oynayabildiğimize göre, “Sokaklar karanlık değildi”, diyebilir oyundan tümevarımıma güvenebilirim. O nedenle çocukluğumuzda elektriğin darbesini pek yemedik, denilebilir.
Büyüdükçe, elektrik hayatın her alanına, hatta darbelerle vücuda yayıldıkça anladık, varlığını da yokluğunu da... Gaz lambasını ise çok sonra, “çok büyüyünce” sevdim. Metin Altıok’un şiiriyle: “Çıkarıp yavaşça yüreğimi göğsümden, sildi bir lambanın isli şişesi gibi yumuşak tülbendini geçirerek içinden...”
Tüm bu nedenlerle, başarılı kent muhabirimiz Fatih Tekeci’nin manşete taşıdığımız Mamak Dutluk Mahallesi haberi, “dededen-toruna bir zaman tüneli” gibi geldi bana. “Baba kuşağımız” zaman zaman bakar da Ankara’ya... Yitip gidenlere, değişenlere... Mırıldanır ya: “Eskiden dutluktu buralar...” “Şimdi de dutluk bazen” diyorum, mırıl mırıl...