İNGİLTERE’de Cambridge Üniversitesi bir arama motoru geliştirmiş.
Adı “True Knowledge”, yani “doğru bilgi”... “Doğru”nun da “bilgi”nin de hem hasretle arandığı, hem de “doğru bilgi”yi pek hazmedemediğimiz için kolayca rafa da kalktığı ülkemiz için enteresan bir “motor” öncelikle... Yakında gelir bize de... Motoru tüple çalışanını yapar, çığır da açarız. Neyse... İngiltere’deki cimcimeyi salmışlar “net”e, “Yüzyılın en sıkıcı günü”nü cımbızlamış: 11 Nisan 1954... Öyle ki, “o günde önemli bir kişi ölmemiş, hiç büyük bir olay olmamış ve 20. yüzyılın dikkate değer birçok insanının doğumgünü olmamasına rağmen sadece bir Türk akademisyen o gün doğmuş”. Bilkent Rektörü Abdullah Atalar. * * * Elbette hepsi bir ironi. O nedenle, Prof. Dr. Atalar’ın Ankara Fen Lisesi’ni birincilikle bitirip, aynı yıl Üniversite Giriş Sınavı’nda da birinci olduğunu, sonra ODTÜ’den de bölüm birincisi olarak diplomasını aldığını, ardından akademik başarılarını filan pankartlayıp, İngiltere elçiliğine kara çelenk bırakmayı düşünmedik. * * * Gülümsedik. Ama yaban-yabancı bir tebessümle... Hiç kimsenin ölmediği, hiç büyük bir olayın olmadığı bir günün “sıkıcı” olarak tanımlanması, bizim üç yanı derya gezegenimiz için yeni bir kavram. Tedavüle girmesi de kısa vadede zor. Çünkü biz hiç sıkılmıyoruz. Bizim “sıkıcı” hiç bir günümüz yok. Her gün birisi/birileri, yüzlercesi ölüyor misal. Bugün birinci sayfamızda “soba gazından”... Dün “koca gazabı”ndan. Önceki gün yüzden fazlası “bayram”dan... Olay derseniz her gün onlarca, hepsi vakayı ad(l)iye... * * * Yabancı meslektaşlarımız bizi ziyaret ettiğinde, hep ortaya “ironik bir iltifat” gibi aynı cümleyi yuvarlarlar: “Sizin ülkenizde bir haftada tanık olduğum ‘haber’leri, ben gazetecilik mesleğimin neredeyse tümünde yaşamadım...” Uzun lafın kısası, biz artık sıkılmak, kimsenin ölmediği, hiç olay yaşanmadığı “sıkıcı günler” istiyoruz. (Bu sıkıcı yazı boyunca en çok noktalama işaretlerine dikkat ettim)