Paylaş
Az ötedeki karısına, kusmuk görmüş gibi bir ifadeyle telefonu gösterir:
“Şunu açar mısın?”
“Şu”nu ellemek bile istemiyordur...
* * *
Enis Batur, “Marazi bir araç üzerine sağlıklı gözlemler: Telefon” başlıklı makalesine Strauss Ailesi dizisindeki bu sahneyle başlar.
Strauss da, “pek çok ‘eski dünyalı’nın ortak tavrını göstererek” sevmiyordur telefonu...
Batur da hiç haz etmez telefondan...
Üstelik 30 yıl önce bu makaleyi kaleme aldığında, insanı heryerde, her anında yakalayan cep telefonu henüz yoktur.
Motorola 1 kilo ağırlığı, 25 santimetre boyuyla bu “mesafesiz-laubali” aracı 1973 yılında icat edilmiş olsa da, kullanıma başlanması 20 yılı, Türkiye’de ise 1994’ü bulur.
Hem de 23 Şubat 1994’de Ulaştırma Bakanlığı’nın dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Başbakanı Tansu Çiller’e armağan ettiği ilk cep telefonlarıyla...
Ve ertesi gün, 24 Şubat tarihli Hürriyet Gazetesi’nde haber yayınlanır.
Çiller yeni icat cep telefonuyla Demirel’i aramak, “Merhaba, ilk sizi aradım” demek ister.
Ulaştırma Bakanı Mehmet Köstepen de telefonu alır, bir kaç dakika kurcalar... Yok, mümkün değil çalıştıramaz.
Çiller de Bakan Köstepen’in kıpkırmızı olmasına yol açan lafını yapıştırır:
“Görüyorsunuz sadece teknoloji yetmiyor, teknolojiyi kullanmayı bilmek de gerekiyor.”
* * *
Ve o günden sonra cep telefonu, “Açsana şu mereti” ya da tam tersi “Kapatsana” nidaları, hatta “meşaj-twit” trafiği nedeniyle “Bıraksana elinden artık şu mereti” uyarılarıyla hayata yerleşir.
Cep telefonunun “meretleşmesi”, kuşkusuz teknolojinin kullanım biçimiyle, “bilme”yle ilgili.
O mevzuya da yarın girelim.
Paylaş