Paylaş
Kenan Evren 12 Eylül’de astıkları 50 insanı, karpuz-kavun gibi “tane” hesabıyla böyle anlattı TV’de.
Öyle bir kaç tane birden geldiyse, “hesabı, dengeyi tutturmak”tı amaç yani...
Hesaplarının denk gelmediği durumlarda, askeri hakimlere şöyle talimat verdiler belki:
“İki-üç tane sağdan gönderin...”
SİZİ BANA SAYIYLA MI VERDİLER
Kolaydı, hesabı tutturmak.
Darbe dönemlerinde emniyetti, kışlaydı, cezaeviydi... Getirilenlere girişmeden önce o mahut cümleyi söylerlerdi zaten:
“Sizi bana sayıyla mı verdiler ulan”...
Yani, “Seni şuracıkta gebertsem, hesabını kim soracak?”
Öyle oldu, hesabı 30 yıl sonraya kaldı...
ASILAN ÇOCUKLARIN EN ÇOCUĞU...
Biri de Erdal Eren’di; en çocuğuydu o çocukların.
Ve onu hesaba-kitaba vurmadan, defterine uydurmaya gerek bile duymadan astılar.
Asılamazdı; 17 yaşındaydı. Kemik yaşını dikkate almadılar. Kimi kaynağa göre 1 hafta, kimine göre 1.5 ay içinde hızlandırmış yargılamayla, avukatıyla bile görüştürmeden hükmü verdiler.
20 YAŞINDAKİ ÖNGE'NİN İNCECİK DOSYASI
Asılamazdı; onun vurduğu iddia edilen er Zekeriya Önge'nin incecik adli dosyasındaki deliller, bulgular tersini gösteriyordu.
Olayın tanıkları yıllar sonra TV’de anlattı:
“Şehit olan er karşıda duruyordu. Erdal Eren de uzakta, karşısında...
Önge sırtından ve yakın mesafeden vurularak öldü, oysa ikisi karşı karşıya bir pozisyondaydı.”
Ama 20 yaşındaki Önge’yi öldüren kurşunun balistiğini, mukayesesini bile yapmadılar.
Tanıklar dinlenmedi, asker tanıkların ifadesi ise birbiriyle çelişti.
OTOPSİYİ YAPAN STAJYER: ÇOK KORKMUŞTUM
Önge’nin otopsisi ise bir stajyere yaptırıldı, rapor karartıldı.
Yine geçti yıllar.
Gazeteci Huriye Gül, ortadan kaybolan o doktorun hikayesini geçen yıl yazdı. Şöyle anlatmıştı o günlerde stajını yapan doktor O. Ç.:
“Çok yoksulduk, liseye lastik ayakkabıyla gittim. Çok korkmuştum…
Çok gençtim, o rapor önceleri değil ama sonraları çok koydu bana...”
O doktor felç geçirip, bir başka aralık ayında öldü.
HEM ESASTAN, HEM USULDEN İKİ KEZ İTİRAZ
Asılamazdı; Eren’in idam kararınını, “delillerin noksanlığı” gerekçesiyle önce “esastan”, sonra “usulden” iki kez bozan Yargıtay 3. Daire üyesi emekli Hakim Albay Ahmet Turan 28 yıl sonra anlattı:
“Askeri Yargıtay Başsavcılığı kararı ‘Onayın’ diye göndermişti. Ama Eren’in er Zekeriya Önge’yi öldürdüğüne dair vicdani kanaatim yoktu. Asker sırtından vurulmuştu. Kurşunun da o tabancadan çıktığına dair kanıt yoktu, incelenmemişti...”
ŞEHİTLER KÜTÜĞÜ: KAZA SONUCU ÖLÜM
Ama pürtelaş, her gün yediği ağır dayaklar nedeniyle, yara-bere içinde asıldı.
Yine yıllar sonra, başka bir vahim belge çıktı ortaya.
Giresunlu Önge’nin adı, Giresun Valiliği’nin resmi internet sitesinde “Şehitlerimiz” sayfasında yer alıyordu.
Ancak... Ölüm nedeni, “silah kazası”ydı.
Olay gazetelere yansıyınca, sitede ölüm nedeni önce teröristlerle çatışma olarak yazıldı.
Bugün ise “iç güvenlik çatışması” yazıyor o hanede...
* * *
Bitmedi, Önge’nin ailesine şehit maaşı da bağlanmamıştı, zaten.
Eren’in avukatı Nihat Toktay, “silah kazası”nın ya kendi silahından ya da arkadaşının silahından çıkmasıyla meydana gelebileceğini savundu:
“Şehit ailelerinin yakınlarına Emekli Sandığı’ndan maaş bağlanır. Maaş bağlanmadığını öğrendik. Bağlanmama gerekçesi olarak da kazayla vurulduğu gündeme gelmiş. Erin otopsi raporunda kurşunun girdiği yer yazıyor, başka herhangi bir bilgi yok. Ailesine ulaşamıyoruz.”
"DÜŞMANSIZ BİR SAVAŞ"IN İKİ ÇOCUĞU
İki çocuk öldü.
Biri kurşunla sırtından, diğeri darağacında...
Şarkıcı Teoman, hem Eren’le, hem de Önge ile Giresun’dan akraba olduğunu söyledi, sonradan:
“İki Çocuk adlı şarkıma bu duygularla başladım.
Şarkımda, sadece bir suç unsuru olarak bahsedilmesine içerlediğim er Zekeriya Önge de var.
Garip bir rastlantı ama onun da akrabamız olduğunu öğrendim.
Hatta, Eren ile Önge de uzak da olsa akrabalar, kan bağları var...”
Geride, o şarkısı kaldı:
“Ateş harlı delikanlılar /ne şehit ne kahramanlar
düşmansız bir savaşta /düştüler kalkmayacaklar...”
YAKINDAN YAŞAYANLAR ANLATTI
Pamuk Yıldız: 12 Eylül darbesinde, 17 yaşında, lise öğrencisiyken girdi cezaevine. İnanılmaz işkencelerin, tecavüzlerin ardından 7 yıl yattı. Yazdığı “O Hep Aklımda” kitabında anlattı yaşdaşı Eren’i:
“Her sayım ve havalandırmada tekme-yumruk, copla kıyasıya döverlerdi onu.
Derinden, incecik ‘Bacı bacı’ diyen ses duydum.
Sesi aramak için, kafamı çevirmeden gözlerimi oynattım. Önünde durduğum tecridin hava alınması için açık bırakılan yerindeki küçük mazgalında, sakalsız, bıyıksız sevimli bir baş gördüm. ‘Bacılara selam söyle’ dedi. Gözlerimle ‘Kimin selamını’ dedim. ‘Erdal’ın’ dedi...
13 Aralık 1980, geceyarısı. Rap rap ve telsiz sesleri arasında, karanlıkta, kimileri uykuda, kimileri uykusuzluktayken sakalsız ve bıyıksız başın sahibini, yalnız kaldığı karanlık hücresinden alıp astılar.”
Anne Şadan Eren: “Kimsenin evlat acısı çekmesini istemiyorum, çok zor çünkü... O günlerde bir ara ‘Onlar da çeksin, o acıyı görsün” dedim ama elime ne geçecek ki... Kimseye beddua etmek istemedim. Hiç kimsenin evlat acısı görmesini istemiyorum”.
Ferit Barut: Ben 48 numarada kalıyordum hücrede, 47 numarada da Erdal Eren. En çok dayak yiyen oydu...
YAPMAM DERSEN YAPANI BULUYORLARDI
Vehbi Camgöz (İnfazın gerçekleştiği Ulucanlar Cezaevi’nin Müdürü): “Bir sistem ya adil olur, ya zalim. Erdal Eren’in asılmasından sonra, Askeri Yargıtay’daki bir görevlinin istifa ettiğini duyduk. Şerh koymuştu karara o. Ama onun yerine başkası geldi idam kararını verdi. Bu bir sistemdi. Sen yapmam diyorsan yapanı bulup getiriyorlardı."
İsmail Sami Çakmak (Eren’in avukatı): Doktor ellerinin bağlanmaması halinde çok acı çekeceğini anlattı. Erdal’a söyledim, karşı çıkmaktan vazgeçti. Sehpaya yürüdü, slogan atıp, kolay geçsin diye boynunu ipe kendi uzattı, aynı anda tabureyi tekmeledi. İp Erdal’ın boynuna üçe yedi kala geçti, biz üçü on geçe aynı taksiyle geri döndük. Orada, merdivenin altında ağlayan bir yüzbaşıyı unutamıyorum, hem ağlıyor, hem de bunun hesabı nasıl verilecek diye söyleniyordu.
Paylaş