Paylaş
Bir parantez açarak, “yemek” ve “yeme” kültürünün, sosyolojik açıdan -gen mi dersiniz, elle yediğinde parmak izi mi- en sağlam ipuçlarını gizlediğini hatırlatmama izin verin.
* * *
Geçenlerde yeni öykü kitabı “Hanımların Dikkatine” vesilesiyle değindiğim Seray Şahiner’in Cumhuriyet Gazetesi ile yaptığı röportajda bu ipuçları nefis (konu yemek ya) özetleniyor:
“Karnını ekmekle tıkama, diyen anneyle, ‘yemeğini ekmek ban da ye’ diyenin sofrası aynı değildir.
Bir evde her gün meyve yeniyorsa, ama kişi başına sayıyla düşüyorsa, orası muhtemelen bir memur evidir.
Salatanın üzerine gül yapılmış domates, civciv yapılmış limon kabuğu kondurulmuşsa, o akşam hatırlı misafir gelecek demektir.
Ve buzdolabı boşken salonda mükellef bir rakı sofrası kuruluysa; bu, hayatını o masaya oturacak adama endekslemiş bir kadının evidir.
Bir evde ramazan sofralarını ayran, limonata, şalgam gibi geleneksel içecekler değil, su bile değil, kola süslüyorsa, şirketler yerelleşme politikalarında başarılı olup, hayatımızı kendi suretinde yeniden yaratmış demektir.”
* * *
Behzat Ç.’ye dönersek yeniden... Eğer tüm yemeği, günün belirsiz bir saatinde çeyrek ekmeğe bastırılmış kaşar, ucundan koparılan simit filansa...
Yeme-içme mevzusunda “ehemmiyet sıralaması” sıralaması açısından, vardır elbet bunun da bir nedeni.
Geceyi sever hem, uykuyla ve aynı nedenle gündüzle geçinemez...
Huzursuzdur, yastığa bırakamaz başını.
Çünkü, “rüyalardan daha karanlık hatıraları vardır”...
Bazen koltuktur yatağı, bazen açılır-kapanır kanape... Ama ne açılır, ne kapanır.
Gece ona sızar, o geceye... Gece olur.
Yeri-zamanı geldiğinde, “Gece uzun, mevzu derin” der:
“Konuşacağız...”
Sevmez “ılık ılık” sohbeti, döker bazen kumunu, taşını... Sancılı.
* * *
“Özünde iyi insandır” ama öyle de bir adamdır, elinden başkası gelmez.
Emrah Serbes’in deyişiyle, “Elinden bir şey gelmememin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. Bir arabanın farına kilitlenip kalmış sincaplar bilir.
Suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir...”
* * *
Neyse... Diziyi “Türk aile yapısına, örf, adet ve bilumum hassasiyetlerimize (sosyal alerji) fevkalade sakıncalı” bulanların gözü aydın.
Bir hafta daha dişinizi sıkın, sonunda bitiyor.
Ha finale gelince,aman öldürmeyin sakın Behzat Ç. amirimi...
İlla ölümcül bir sonuç istiyorsanız, kaçırsın Şule’yi İstanbul’a taşınsın. Tekel Büfesi açsın, kaybettirsin izini... Bi de mutlu sonuç görelim şu dizide, değil mi?
Sonra da isteyen soyadındaki Ç.’yi (eğer finalde soyadının “Ercüment’den birader” Çözer olduğu ortaya çıkmazsa), istediği gibi tamamlasın.
Üç gündür yazılarımda, Behzat Ç.’nin alametifarikasına, küfür mevzusuna özellikle girmedim.
Belki ben de etmeyeyim diye...
Paylaş