Paylaş
Eğer o dost, Brutus’un niçin Sezar’a karşı ayaklandığını sorarsa, ona cevabım bu:
Sezar’ı daha az sevdiğimden değil, Roma’yı daha çok sevdiğimden.”
William Shakespeare’in Julius Caesar’ından bu tirat. Brutus’un Romalılara yaptığı konuşma...
İonna Kuçuradi, ‘Sanata Felsefeyle Bakmak’ kitabında, Romalıların Sezar’ı tanrılaştırdığından sözeder. Sezar tanrılaştıkça, Romalılar kendini köleleştirmektedir.
Tam bu noktada bir ikilem, bir felsefi çıkarsama seriliyor ortaya. Sezar’ı seven, Romalıları -yani kendini- sevmemektedir. Çünkü o sevgi, onları köleleştirmektedir.
Sezar Roma’yı çöküşe sürüklemektedir. Bu açıdan, Roma’yı seven de, Sezar’ı sevemiyordur.
Belediye başkanlarıyla ilgili “eleştirel” yazılarımın ardından bazı iletiler alırım. Fiksdir aslında:
“Başkanımı seviyorum, o nedenle yaptığı herşeyi de destekliyorum.”
Bir belediye başkanını ‘insan’ olarak sevmekle, bir kentin ‘patronu’ olarak sevmek farklı bir şey olmalı.
Sadece aşkta vardır ‘topyekun kabul’. O da belli bir süre... Bir başkanı, başbakanı, bir lideri sevmek, ‘aşk’ da değildir, platonik bir sevgi türü de...
İl ve ilçe belediye başkanları var Ankara’nın.
Bir ilçenin başkanını sadece yürekle değil akılla da sevmenin yolu, önce o ilçeyi sevmekten geçer.
“Aşkın gözü kördür” de diyemezsiniz bu örnekte.
Taraftar bile tuttuğu takımın kalecisini, gol yemediği zaman sever.
Küçük Prens’in yazarı Antoine de Saint Exupery, “Sevgi insanların birbirinin yüzüne bakmaları değil, birlikte aynı yöne bakmalarıdır” der.
Başkanların baktıkları ‘yön’ önemlidir. Ve o yönde hangi Ankara’nın, nasıl bir ilçenin, “mahalle”nin olduğu..
Bu nedenle bir başkanı sevmek, bir insanı sevmekten daha çok emek ister. Daha çok ‘akıl’, daha çok bilgi, daha çok muhakeme...
Ve bu sevgi, ancak kente duyulan saygıyla beslenir.
Belki ilk adım da, ‘kente saygı’yı, nostaljik bir kavram olmaktan kurtarmaktadır.
Paylaş