Paylaş
O tek tabanca, el kadar kadınların değerini, öldüklerinde anlarız.
Yahut, anlamış gibi yaparız, uzun yıllar sonra...
Çünkü hayatımızın müsvette defterini temize çekmek için, başka biyografilere ihtiyacımız var.
Özellikle onlar kendi dramında boğularak ölüp, aradan çekildikten sonra...
* * *
“O ölmedi, yaşıyor” deriz, senede bir gün.
Bir ya da iki solgun resmini, yarısı damgalı vesikalığını buluruz, tozlu arşivlerden...
Adlarına, anılarına sanat ödülleri koyarız.
* * *
Kendi hayatlarımızda itaatkar, başkalarının hayatları üzerinden asiyiz biz.
Başka hayatların kahramanı...
Çünkü onları biyografisinden, belgeselinden tanırız da...
Kendimizi tanımak zordur, tanıştıran çıkmazsa.
* * *
Bir köşeye saklanır... Oradan bakarız.
Afife Hanım, sahnededir.
Sene 1919’dur. Erkekler kurtuluş için Samsun’a ayak basarken...
O, 17 yaşında, tüm yasaklara rağmen, “Jale” takma adıyla çıkar sahneye. Tek tabanca!
Ve ismi Afife Jale olarak kalır, kısa ömürlü tarihinde.
Onu, Afife’yi beyazperde canlandıran Müjde Ar’ın Adı Vasfiye’si gibi...
O da, soyadı olmayan kadınlardandır.
Uğruna baba evini terk ettiği tiyatro için sahneye çıkar da...
Dahiliye Nezareti Müslüman Türk kadınlarının sahneye çıkmasını kat’a yasaklamıştır.
Tiyatrosundan kantoya “o iş”ler, Karantinalı Despinaların, Şamran, Peruz hanımların, Mariaların, Anaislerin, öteki kadınların iştigalidir.
* * *
Lakin Afife Jale direnir bu yasağa...
Önce “Yamalar”, ardından “Tatlı Sır” oyunlarında sahne alır.
Polis tiyatroyu basınca Ermeni oyuncu Kınar Hanım onu arka bahçeden kaçırır.
“Odalık” oyununda da polis baskınından makine dairesinden kaçarak kurtulur.
Ama karakolluk olur, ertesi gün.
Ve henüz Hulusi Kentmen değildir, başkomiser...
O da artık, öteki kadındır zaten.
* * *
Darülbedayi yöneticileri baskılar nedeniyle, ücretli görevine son verir.
Hem de Türkiye’de Dünya Kadınlar Günü’nün ilk kutlandığı günde, 8 Mart 1921’de...
Evinden uzakta, büyük bir maddi sıkıntının içine düşer. Daha 19 yaşındadır.
* * *
O zor yıllar... Nasıl geçti habersiz/belirsiz....
Sekiz yıl sonra tamburi, besteci Selahattin Pınar ile evlenir.
Ama o aşk ve sevdalı musiki, onun asıl aşkından, tiyatrodan uzak yaşamına merhem olmaz.
Acı çeker, acı çektirir... "Nereden sevdim o zalim kadını" şarkısını besteletir, tamburi aşığına...
Şiddetli baş ağrıları, morfinle tanıştırır onu.
İstanbul’da “puşt zulası” çoktur, çaresizliğe düşenlere...
Her iptilada bir puşt nöbet tutar, tedarikçi, icapçıdır.
* * *
Uyuşturucu boşanmayı, boşanma yalnızlığı, yalnızlık sefaleti beraberinde getirir. Her tarihte var olan, "yalnızlar rıhtımı"nda...
Parklarda yatar, aşevlerinde bir tas çorbayla açlığını bastırır.
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırırlar, sonunda.
O yıllarda “tımarhane”dir. Tecrittir...
* * *
O izbede, 39 yaşında usulca çeker gider, bu dünyadan.
Doğal ölüm müdür, intihar mı, cinayet mi...
O da tarihimizin koyu soru işaretleri arasına katılır. Ne gam...
Biz nereden bileceğiz; Yunus Emre’den imrenip, mırıldanırım ya hep:
“Bir garip ölmüş diyeler /Üç günden sonra duyalar /Soğuk su ile yuyalar...”
* * *
Koyu kumral da olsa, bebekliğinde hep bir sarışın hali vardır ya kadınların...
Hani doğduğunda, gözler hep mavidir.
Bir başka “deli”nin... İsmet Özel’in ağır çekim kareleriyle, getirmek gerek Adı Afife’nin finalini:
“Kuş damdan düşünce /sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün (...)
Kuş düşünce damdan /kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
Kuş öldü /küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce.”
* * *
Ha... Selahattin Pınar derseniz... O da alkolde arar teselliyi.
Kalamış’ta Todori’nin Meyhanesi’nde, rakı masasında verir son nefesini... 57 yaşındadır.
Oradaki bir sokağa verilen adı kalır geride...
Onların adlarını sokaklara veririz biz... Ki, yürüyelim, geçelim gitsin.
Bir de içinde Afife Jale saklı hatıraları, besteleri kalır.
“Bakışın çağırır beni uzaktan” besteleri:
“Duyuyorum sesinizi bazen derin bir kuyudan /Dinliyorum uzakları kalkıp derin bir uykudan
Beni de alın ne olur koynunuza hâtıralar /Ah bu ömür tükenecek yolunuza hâtıralar...”
Paylaş