Paylaş
Altmışlarında iki kadın, yatak odasından pikeleri kaldırıp yeniden yorganları indirdiklerinden söz ediyordu:
“Ağustosa giriyoruz, hala nasıl soğuk akşamları...”
Şefkate benzer duygular yarattı içimde, mevsimi böyle duyumsama halleri...
Mevsimleri, tene değen sıcağı-soğuğu, sadece atlas yorganları kaldırıp tiril pikeleri indirmekle ya da tersiyle yaşamayı, hissetmeyi düşündüm.
Her yıl kışlıkları kaldırıp, yazlıkları çıkarmakla gelen baharı...
Biraz hüzünlendim.
* * *
Hafızamda tüm duyularımla canlandı, baharın da, benim de daha canlı olduğu zamanlar.
Bahar açık pencerelerden taze, serin çayır kokusuyla evi sarmalarken, balkonda ya da bahçede silkilen halı seslerini hatırladım.
Fonda, radyoda “Yurttan Sesler”den duyulan türküleri, sanki rüzgarla hışırdayan yaprakları arasından “Bahçada yeşil çınar”ı...
Ve evin her köşesine sinen yeşil sabun, defne kokusunu.
Aniden bardaktan dökülen yağmurun ardından, yeşilin rengini, kokusunu, dalında yıkanan tomurları...
İnsanı ikinci bir ten gibi saran, o hoş serinliği...
Net hatırlıyorum; çünkü hafızada, sesler, kokular, biraz da renkler ve bunları hayatımıza, koynumuza taşıyan cümle temaslar kuvvetle kalıyor.
Ve geçmişteki yüzleri, aşkları, onlardan yapıyoruz.
* * *
Düşünüyorum da, hepsi benden önce, benden iyi biliyor, hissediyordu baharı.
Toprak da, çayır da, çiçek de, ağaç da, dal da, yaprak da...
Hatta baharla erken uyanan serçeler, kırlangıçlar da...
Dışarıdaki bu uyanışın, her bahar yeniden doğuşun bir parçası, düşe-kalka yancısı olduğumuzu hatırlıyorum.
Metin Altıok’un dizeleri gibi kıpırdıyor şimdi o günler içimde:
“Yıldızlı bir gece, ay da vardı; sen gülümseyince /yüreğimde bir balık oynadı.”
* * *
Kış(lık)lar silkeniyor, insanlar silkiniyor bahar geliyordu.
Önce Nergis açıyordu, nam-ı diğer Mart Çanı...
Kokusu, güzelliğiyle tutuyordu sokağı...
O Narkissos’du, kendine aşıktı... Ben ona.
O zamanlar sanki narsistler politika yap(a)mıyordu, ya da yaptıkları politika memleketi tutmuyordu.
Bahar, hayat, insanlar, herkesin kulağına iki kirazdan küpe takıp, kesekağıdından şapkalarıyla, yalınayak yürüdüğü bir fener alayından ibaretti sanki.
Çocuktuk çünkü, kısa sürse de çocukluğumuz...
Ve hayat hiç solmayacak, ömür hiç bitmeyecek bir şeye benziyordu.
Meğer, “Ah bitmese” dediğimiz pamuk şekermiş o baharlar...
* * *
Olsun...
Bu aralar, sadece serinliğiyle hatırlanan baharda... Biliyorum, bir şeyler eksik.
Olsun... Biliyorum ki, insanı bazen en çok eksikliğini duyduğu şeyler insanla, hayatla yeniden bütünleştirir.
Kaç bahar daha görürüm bilmem ama; bilirim, bahar mutlaka gelir.
Paylaş