GÖKYÜZÜNDE bu yılın ilk uçurtmasını gördüm haftasonunda.
Balkona çıkmıştım. Tusso bloklarının tepesinde dalgalanan bir kırmızı... Bir o yana, bir bu yana... Demek ki, bahar geliyor. Belki de çoktan gelmiş, uçurtmayı uçuranlara...
İlk uçurtmam, “handmade” idi. Bükülmüş telden direksiyonlu, tekerli -yakından kumanda- arabam gibi. Tornetim gibi, kaportası tahtadan... Farları gazoz kapağı. Ya da tetiği mandaldan, lastik kurşunlu tahta tüfeğim. Tahta kılıçlarım, mukavva kalkanlarım. “Rosebud” kızağım...
Hepimizin uçurtması vardı. Bir A4 kağıt, iki-üç kulaç sicim. Yani şeytan uçurtması. Bozkır uçurtmasıdır aslında o. Denizsiz kentlerin icadı. Yelkenli gibi “süzülmez” gökyüzünde. Denetimsizdir, asi... Dümeni yoktur ki yönetilebilsin.
Bahçelievler Sondurak’taki, Sıhhiye’deki havuza durmadan dalıp çıkan sokak çocuğu gibi, alçalır yükselir, düşer kalkar. Kıpır kıpırdır. Ve haşarı ve asi, ki engellenemez bir an için de olsa havalanması. Çünkü çıtasız!
Durursa düşer. Koşarsanız önüsıra, rüzgarını kendi yaratır. Dalar, yükselir, vurur kendini oradan oraya. Parçalar kendini yeter ki bir an uçabilsin, öyle hissedebilsin. Hisseder de...
Daha aşüftedir, parayla satılan hemcinslerinden. Bir o yana, bir bu yana... Ama kontrolü sizdedir. Ya da öyle sanırsınız. Adı üstünde. Şeytan uçurtması.