Paylaş
Hatta “asla onsuz yaşayamama” durumunu yaratıyor bir çok insanda...
Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Serpil Timuray’ın, bu konuda aktardığı veriler ilginç.
Kullanıcıların yüzde 91’i cep telefonunu 7 gün 24 saat, en fazla 1 metre mesafede tutuyor. (Hani, sevgilin olsa 7/24 üstüne üstüne gelir gibi olur, sıkılırsın; ki araştırmaya katılanların yüzde 20’isi telefonunu kaybetmektense evlilik yüzüğünü kaybetmeyi yeğliyor zaten)
Yüzde 66’sı uyurken bile telefonu yanında bulunduruyor. (Bi yastık, bi yorgan, bi telefon)
Yüzde 70’i ise gün içinde telefonlarını her saat başı en az bir kez kontrol ediyor. (Meşaj geldi mi acaba)
Her üç kişiden birisi de telefonunu kaybetmek yerine, cüzdanını kaybetmeyi tercih ediyor. (Eh, paralar gitse ne olur, bir mesajda kredi hazır. Bu ülkede “insan”ın, hiç bir zaman “kredisi” bu kadar yüksek olmadı)
* * *
Bu hal, fobi literatürüne bile girmiş:
Nomofobi, yani cep telefonunu, bağlantıyı kaybetme, kapsama alanı dışında kalma, şarjın-kontörün bitmesi korkusu...
Öyle ki araştırmalar, biri çok insanın telefonu kapalıyken stres yaşadığını, yoğun bir endişe içine savrulduğunu da ortaya koyuyor.
* * *
Erich Fromm’un asistanı Rainer Funk’ın kulağını çınlatmanın tam sırası...
Funk, artık postmodern insanın hayatının “bağlantı (connection)” üzerine kurulduğunu ve bunu sağlayan teknolojilerin de toplumda yeni bir karakterin oluşumuna yol açtığını savunuyor.
Bir de, genellikle “kafa dağıtma” bahanesiyle artık online oynanan, cep telefonu oyunlarını katarsak hesaba...
Twitter, facebook, görüntülü sohbet sağlayan teknolojiler, oyunlar ve bunları hızla, gözü kapalı kullanım becerisi, bir “meleke”, tekrarlama sonucunda kazanılan alışkanlık, yatkınlık olarak yerleşiyor hayata.
Yani... Bağlantılı ve hatta bağlı olmak ya da olmamak...
İşte bütün mesele.
* * *
Peki, “bağlantılı/bağlantıda olmak”, sosyal ilişkilere benzer sıcaklıkta yansıyor mu?
Onu da sosyolog Zygmunt Bauman’ın sözüne bağlayalım:
“Telefon aralarında yakın mesafe olan insanları uzak kılarken, aralarında uzak mesafe olanları yakın kılıyor...”
Ve noktası da Enis Batur’dan gelsin:
“İnsanlar da telefonlar gibi; Meşgul, arızalı, kesik... Yoksa diyorum, asıl sorun santralda mı?”
Belki telefonu kadar, insan kendisini de şarj etmeli...
Paylaş