REHA, “Boş vakit, insanın güzelliğe zaman ayırmasıdır” derdi.
“Boş zaman”a dair, en derin/anlamlı ve en doğru tanım gelir bana.
Doğrusu, boş zamanları(mı) bu tarife uygun geçiremem her zaman. Ama kulağımda küpedir. * * * Dün gece Sakarya’ya düştü yolum. El-ayak çekilmişti biraz. Önce, midye dolma tezgahı çağırdı. Tadı mıydı, serinliği miydi, limonu/ekşisi mi, parlayan sedefli kabuğu muydu bilmem.Ama iyi geldi.Bir baktık kuytuda koca bir ateş yakmış, iki genç.Yaşça değil ama “başça” delikanlı. Yüzleri al al; ateşin oryantal figürleriyle, hareketli. Oturduk yanlarına. Biri türkü mırıldandı iki satır, memleketinden. Sadece yüzlerimiz, bedenimiz değil, içimiz de ısındı. “Al gözüm seyreyle Salih” dedim içimden. Güzelce geçti zaman. * * * Yıllar önce izlemiş, bir kez daha yazmıştım. “Quest for Fire (Ateşi aramak)” filmini... Jean Jacques Annaud’nun yönettiği, belgesel tadındaki filmde farklı gelişmişlik düzeyinde üç ilkel topluluk anlatılıyordu. Toplulukları sınıflandıran ölçüt ise, “ateş” karşısındaki konumlarıydı. En gelişmişi, ateş yakmasını bilenlerdi. Daha az gelişmiş olanı ise, ateşi saklayabilenler. En ilkeli ise ateşi “çalarak” elde eden barbarlardı. Barbarlar, ateşi saklayan grubu bastılar, çaldılar ateşlerini... Gruptan bir kaç genç de ateş aramaya çıktı. Sonunda karşılaştılar, tanıştılar ateş yakmayı bilenlerle. Başardılar ateş yakmayı. Ve onlardan ateş kadar sıcak, o denli değerli iki şey daha öğrendiler: Gülmeyi ve öpüşmeyi... Ateş yakmayı bilen “medeni” topluluk, ara grubun aksine gülmeyi ve öpüşmeyi de biliyordu! Ateşi hatırladım, gülümsedim: Boş vakit, güzelliğe zaman ayırmaktır.