Paylaş
Örnek olarak da, derya deniz “arzu” kelimesini vermiştim.
Arzuyu küçük yaştan tanırız aslında...
Federico Fellini’nin Amarcord’unda filmin ergen kahramanına “Üfleme em” diyen koca memeli kadın figürü, çocukluğumuzun hayal-meyal-mahal(le)lerinden arzuyla geçmiştir. (Arzu troleybüsü)
Arzunun içinde biraz da çocuksuluk vardır zaten.
Her zaman öyle sevimli, afacan değildir ama...
Bazen finalinde “iyi niyet indirimi” uman marazlığı, gözde -bir an- kıvılcımlanan fesatlığı, her şey olup bittiğinde de kravatını düzeltmeye çabalayan sarsaklığı da çoktur.
Ki bu filmlere, oyunlara da konu olmuştur.
* * *
Tennessee Williams’ın oyununun “Arzu Tramvayı”, “İhtiras Tramvayı” olarak iki ayrı vurguyla Türkçe’ye çevrilmesi de, sözlüklerdeki arzu tanımının kulaklarını çınlatacaktır.
Williams’da arzu, bir başkasına kendi “ben”ini riske atarak yönelir. Ama ardından da benlik özdeşmelerini kendinde değil, ötekinde arar. Yani sanırım...
Ama arzuya dair filmlerin, atasözü, deyiş gibi binbir uyarlamaya neden olan hali, Luis Bunuel’in “Arzunun O Belirsiz Nesnesi” filmidir ki... O “belirsiz” vurgusu aslında arzunun belki de hemen her halini belirleyen öncül tanıdır:
Belirsizlikle seyreden kuvvetli bir kasılma hali...
Güçlendikçe, iyice belirsizleşir.
Film, Bunuel’in yaşlı burjuvasının (Fernando Ray), evinde kısa süre hizmetçilik yapan genç kıza “arzu” duymasıyla başlar.
Sonra ona bir yerde daha rastlar. Ve arzuladığı o genç kızı, yine “başka türlü”, hayalinde yarattığına uygun bir şekilde görür.
O farklılık, arzunun sürekli değişebilen o belirsiz, değişken hali o kadar kuvvetlidir ki, Bunuel filminde aynı kadını (arzunun özneye dönüşen nesnesini) iki farklı oyuncuya oynatır.
İki farklı, değişken görünümü ama tek kimliğiyle her yeni durumda “arzu” hep yeniden nükseder.
Bazen umudu takar koluna, bazen koyu çaresizliğe savrulur...
Ama mütemadidir, nefes aldırmaz. Ve arzunun sık sık insanı teslim aldığı beceriksizlikle kendini yeniden üretir.
* * *
Bakiredir genç kız. Fettan da... ( “Erkek halleri”nde arzunun belirsiz nesnesinin en makbul hali, çoğu kez bu iki özelliğin aynı öznede bulunabilmesidir belki de... Ayrıca itilme-çekilme, arzunun kırbacıdır bu örnekte de)
Filmin altsürümünde toplumu sarsan, onlarca insanın ölümüne yol açan bir terör, şiddet vardır.
Ama arzusunun peşindeki kahramanımızı “sivrisinek etkisi”nden öte etkilemez bu felaketler.
Arzu(su) ise hayatının tüm kesitlerini etkileyen/yöneten kelebek etkisidir.
Arzuyu parayla satın almaya da çalışır.
Ama arzuya “tüketim menzili”nde pansuman arayanların nafile gayretinden öteye gitmez çabası...
Yarası kapanmaz.
* * *
Yazımda arzuyla dağıttığım iskambilleri, toplayıp, karıp, yeniden arzunun başka belirsiz nesneleriyle dağıtmak istemem.
Ama mevzu arzu olduğunda iskambilleri kutusuna kaldırmak (ki kupa ası da, sinek ikilisi de sonuçta aynı kutuya/desteye girer) ve“Oyun bitti” demek de bir bakıma o tramvayın ardından el sallamak.
Henüz değil. (Yani arzum bu)
Can Yücel’in W. H. Auden’den çevirdiği dizelerdeki belirsizlik, yazının finaline de uyacak:
“Kimi der, onun üstünde durur dünya,
Kimi der, kalp kuruş
Ama komşuya sordum, nedense yüzüme
Manalı manalı baktı...”
İşte o mana, o bakıştır aynı zamanda arzu.
Orada kalsa, mahzuru yok... Ama şişede durduğu gibi durmuyor.
Yarın, biraz da Türkçe’de yetersiz gelen karşılıklarının da etkisiyle, anlam konusunda sık sık yaşanan kritik karışıklıklarla devam edeceğim.
Paylaş