Paylaş
Buralara nereden geldik, derseniz...
Ankara yazılarımın ardından, “Bu şehri seviyor musunuz?” sorusunu sık duyduğum içindir.
Bu cümlenin sonundaki soru işaretini, iki farklı duygunun koyulaştırdığını hissediyorum.
İlki, “Bu şehri pek sevmediğinizi artık itiraf edin” kıvamında... Ve tınısı sitemkar.
Çoğu da gönülden, dostça... Hemşehri paylaşımı... Öyle ki, sanki okurumuz değil, bizzat Ankara sormuştur o soruyu: "Beni seviyor musun..."
Ama beklenen itirafım gelse...
Belki “Sev ya da terk et” diyen de çıkabilir.
SEVMİYORSANIZ BİZE VERİN...
Aynı sorunun ikinci hali, gelişi daha farklı.
“İtiraf” etsem; ufaktan “Ben de sevmiyorum, nasıl sevilir artık bu şehir” kıpırtısını başlatacak sanki...
Bu noktada bir parantez açmama müsade edin:
Rivayet odur ki... Erol Sayan’ın “İstanbul’u artık hiç sevmiyorum” şarkısı, bir dönem her sokağı sarınca... Yunanlılar, yakın adalara dev sahra hoparlörleri koyup şarkının nakaratının ardından, “Sevmiyorsanız, bize verin” yayını yapmışlar...
ŞEHİR ŞOVENİZMİ (KENTSAVAR)
Böylesi şehir efsaneleri hoştur. Ama çok kaptırırsanız, kentinizi Olimpus /kendinizi Zeus sanabilirsiniz.
Şehir şovenizmi de, şovenizmin diğer türleri gibi saldırgan bir şehirseverliğe (kentsavar), küçümseyen bir üstünlük inancına, nüfus kütüğü kibrine sürükleyebiliyor insanı. Gördük, görüyoruz...
Oysa, hep aklımızda olmalı; kibir günahların anasıdır...
* * *
Neyse... Hürriyet Sosyal’in “yorumlar” denizinde de, “Bu şehri seviyor musunuz” sorusunun cevabına kıyısından girdim ama...
Biraz açayım/açılayım.
Bir şehri sevmek, bir insanı sevmekten daha çok akıl, daha çok bilgi, muhakeme gerektiriyor, kanımca. Daha fazla emek, yani...
(Velakin, sevdiğimiz insana gösterdiğimiz özeni, duyarlılığı, emeği, sevdiğimiz şehre göster(e)miyoruz. O da ayrı...)
SOY AĞACIM-MUHİTİM-MAHALLEM
Şehrimi, elbette seviyorum.
Ama başta insanlarıyla; dostlarım, arkadaşlarım, sokaklarından gelip-geçen "Merhaba"larıyla, soy ağacım (muhitim, mahallem) olduğu için.
Eğer sorunun gerisinde “Bugünkü haliyle, -hala- güzel, yaşanılası, örnek, insanının/yayasının haklarına saygılı bir şehir mi” virgülleri de varsa, peşisıra...
Buna evet demem; yurt içinde-yurt dışında sevdiğim, hatta hayran kaldığım başka şehirlere haksızlık, kıyas/değer bilmezlik olur.
Bu kente, “şehir planlaması”nın, kent sosyolojisinin doğa, estetik, işlevsellik, yapılaşma, ulaşım, kent/kentli haklarına saygı gibi ana kavramlarıyla baktığımda da...
“Sevgi” kelimesini öne çıkarmam; bu kez de sevgi sözcüğümün kapsamını belirsizleştirebilir.
Ankara benim için, bazen alışkanlıktır, bazen bir tür aidiyet...
Bazen beni (de) büyüten koynunda kendimi iyi hissetmektir, “o zamanlı” olmaktır... Şehr-i şiir, şair geçmişinde, mırıldanmaktır. Bazen de katlanmaktır...
Velhasıl, Vedat Sakman’ın sözü-müziği, Zuhal Olcay’ın buğulu, büyülü vurgusuyla...
Sadece Ankara’da değil, Ankara’ya da aşık olmak zor iki gözüm.
ANKARA KADIN MIDIR, ERKEK Mİ...
Böyle bereketli mevzu her zaman bulunmaz; şehir var, aşk-sevgi, ihanet-aldatma var, entrikalar, efsaneler, kuğular bile var.
Öyle ki... Seviyoruz da Ankara'yı; kadın mıdır, erkek mi... Ona bile gelemedik.
Bu hal ve gidişle yazım, biraz tefrikaya dönecek sanırım.
Yarın, kaldığımız yerden devam.
Paylaş