“GELİN birlikte tarih yazalım-Ankara’nın Hafıza Mekanları” çağrımızın ardından 24 saat geçmeden e-mail yağmuru başladı.
Yağan e-mailleri görünce -bile- “yorulduk” diyemeyeceğim ama, şehrin ve hatıranın insan hayatındaki “hacmi”ni bir kez daha anladık. Mutlu da olduk doğrusu...
En zoru da her semtten, sokaktan yağan anıları, bilgileri derlemek, ardından da konu bütünlüğü ve bir yayın mantığı içinde uygun periyodlarda yayınlamak olacak. Ankara’yı semt semt ayırarak, “Hafıza Mekanları”nı bir dizi olarak yayınlamak ilk akla geleni... Ancak “yazı dizisi formatı”, anıların zenginliğine, o akışa uygun bir sunum gibi gelmiyor bana bu örnekte... Ve böyle bir yöntem, uzun süre gelecek malzemeleri beklemeyi, ardından onun işlenmesi için ek bir süreyi gerektiriyor. Oysa hevesim beni, “hemen, şimdi” pürtelaşlığıyla, bir an önce, bir yerden başlamaya itiyor. Eh, heves küstürülmemeli... Bugünün anısı yarına bırakılmamalı...
Ayrıca anıları, bir dizi şablonunda “sıraya sokmak-hizaya dizmek” de değil amacım... İletilerdeki anıları bir yere götürmek yerine, onların beni biryerlere sürüklemesi, olayın doğasına daha uyacak sanki... Anılara boğulmak, öylece de yazmak. Bir anlamda İtalyan yönetmen Federico Fellini’nin “Amarcord (Hatırlıyorum)” filmi gibi. Fellini, belleğinde hayal-meyal kalan anıları/görüntüleri, bir kronoloji kaygısı gözetmeden, sanki çocukluğunun, hayatının gözünün önünden akıp-geçen film şeridi gibi aktarıyordu filminde. Bazı görüntülerin başı-sonu da yoktu... Ama zaten bazı anılar, görüntüler de öyle kalmaz mı bellekte? Parçalı-bulutlu...
Hani top oynadık acıktık, düştük, dizlerimizi parçaladık mesela. Derinse, sonsuza kadar kalır izi dizkapaklarında... Taş atar karşı mahallenin size rakip haylazı, yarılır kafanız. İzi kalır... İyidir de o izlerin kalması; “her yaşta asi, yaramaz çocuk” olabilme hayalinin, delilidir. Façasıdır. Hem şöyle bir yoklarsınız, ele gelen o yara izinin dokunduğunuz saniyede sizi götürdüğü zaman tünelinde hatırlarsınız o “an”ı... Hem hatırlamak da iyidir. Hele ilk-orta-lise durma okuduğunuz tarih dersinden, tüm aklınızda kalan 1071, 1453 filan, “Yıldırım Beyazıt’ın atının kuyruğu yere değerdi” falansa... Ama o dizinizi parçaladığınız, kafanızı yardığınız, dudağınızı patlattığınız “an”ı/anıyı 32 kısım tekmili birden -bugün gibi- hatırlıyorsanız, iyidir. Hatırlatamayanlar, hatırlanmayanlar çatlasın... Böyle derken, “eğitim”i öğrenci dövmek, “hatırlatmayı” tırnakları tene geçirerek kulak çekmek olarak gören bilimum hocalarımızın da kulakları çınlasın.
Hatıralar da, onları “geleceğe dönüş” misali, bugüne taşıyacak “hafıza mekanları” da geliyor. Pek Yakında... (Bu spot da, Bahçelievler Renkli Sinema, Arı Sineması, Cebeci’de İnci Cineması, Kızılay’da Ulus Sineması, Cep, Gölbaşı, Maltepe Alemdar filan ile hafızamızı tetikleyen, anılarımızdan gelen iki kelime değil mi zaten...)