O zamanlar henüz “Babam Sağolsun” yazısı keşfedilmemişti ama, sağolsun, liseyi bitirdiğimde 1959 model tek kapılı bordo Opel Record’unun direksiyonunu tümüyle bana bıraktı. Ardından bir çok otomobil geçti hayatımdan. Birisi de üniversitenin ilk yıllarında yine “baba yadigarı” bir Anadol oldu.
Doğrusu, direksiyondan vitesli, kaloriferi ısıtmayan, 6 voltluk aküsüyle gece aydınlatması/görüşü hemen hiç olmayan eski Opel’in yanında, henüz 1 yaşını doldurmamış yepyeni Anadol ilk başta bana “full aksesuar” gelmişti. Hemen “yar ile” uzun yola çıktık. Ankara’dan Didim’e... Uçak motorundan devşirildiği rivayet edilen motorunun gürültüsü, süratlendikçe ambale etse de mutluyduk. En azından bir süre... Sivrihisar’ı geçtikten sonra sol kapı, -yani benim kapım- kendiliğinden açıldı. Kapattım. Bir kaç kilometre sonra yine açıldı. Aç-kapat, Denizli’ye kadar geldik. Sanayiye girdik anlattık durumu. Usta hiç unutmadığım bir karşılık verdi sorunumuza: “Bunlar böyledir ağabey, sarsıntıdan oluyor...” Hafiften bir ayar çekti. Ama “Yine açılabilir” demeyi de ihmal etmedi...
Yola devam ettik. Aniden tavandan başıma birşeyler düştü. Daha doğrusu bir şeyler bastı... Viny ile kaplı tavanın dışbükey demir kasnağı, içbükey olmuş kafama bastırıyor. Kaldırıp, düzelttim. Hayır, bir süre sonra yeniden dönüyor. Uzun oturur durumda otomobili kullanmaya devam ettim. Ve sol kapı yeniden açılmaya başladı... Sonra elektrik sisteminde çıktı arıza. Silecek çalışınca, far mı yanmıyordu, sinyal mi, şimdi hatırlamıyorum.
Bütün bunlar, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün olası yerli otomobilimize marka olarak Anadol’dan mülhem “Anatolia” adını önerince geldi aklıma. Bence adı Anadol’u hatırlatmasın. Ama Anadol’un amblemini destekliyorum. Hani şu Hitit figürlü amblemini... Başkan Gökçek kent ambleminden “Hitit”i kazırken, bir anda sokaklar, caddeler o amblemle dolsa, acaba ne yapardı? Merakım odur, yoksa Anadol nostaljisini örselemek değil meramım...