Paylaş
Ama uzlaşma sürecinde “almak” kadar “vermek” de önem taşıdığı için, iktidarın-muhalefetin, hasmın-yandaşın her türlü halet-i ruhiyesi, duyguları işin içine girer. İnatla, girer…
“Aldım, verdim, ben seni yendim”dir oyunun (da) adı sonuçta.
* * *
Kurban pazarlığının, eteklerdeki taşları döken karşılıklı sallama ritüeline dönüşür bazen.
Bakarsın müzakere münazaraya, taviz tacize, makuliyet mahcubiyete, mukabele mükabereye yani sözleri manasız, çıkışı haksız da olsa karşı tarafı ağız kalabalığıyla susturma çabasına dönüşür bir anda…
Acemisiyizdir uzlaşmanın.
Ne de olsa, hep savaşı, çatışmayı anlattılar bize, barışı anlatmadılar.
Murat Belge, “uzlaşma”nın “bizim dil”deki çağrışımına (patolojisine) bir güzel şöyle değinir:
“Uzlaşma Türkiye’nin siyasi kültüründe ‘itibarsız’ bir davranış olarak algılanır. Türkçe dilinde ‘uzlaşma’ onursuz bir fiilin adıdır.
‘Uzlaşmacı’ resmen hakaret çağrışımlarıyla yüklüdür.
Toplumumuzda kimi zaman ‘uzlaşmaya övgü’ diyebileceğimiz farklı retoriklerle de karşılaşıyoruz.
Ama bunlar biraz komik oluyor, çünkü ‘uzlaşma çağrısı’, hemen hemen her zaman, ‘Haydi, inadı bırakın da, gelin benim dediğimde uzlaşalım’ biçimini alıyor.”
Belge, darbeli-matkaplı “milli mutabakat”lara da omuz atar geçerken:
“Çağrıyı yapanın ‘Gelin’ dediği yerde mevzilenmiş grupların tankı tüfeği, tabancası bombası da eksik değil. Yani sonuç olarak, talep edilen, ‘uzlaşma’ falan değil, ‘teslimiyet’.”
* * *
Bu yönüyle uzlaşma, bilhassa siyasette bir mutluluk formülü değil.
Uzlaşma denilen öyle ya da böyle geçici denge, tarafların geldiği noktada iki tarafın da kendini birbirine yakın ölçüde mutsuz hissettiği anda gerçekleşiyor anca.
Onda da, taraflar kendilerini siyasal, sosyal konumları nedeniyle eşit kabul etmiyor, öyle hissetmiyor.
* * *
Ötesi tarafların mutabık kalması, çatışmayı bitirebilir ama mücadeleyi bitirmez.
“Bir punduna getirme” özlemi, “fırsat kollama hali”, her fırsatta menzile giren muzafferane bakışlar iliklerimize işlemiştir çünkü.
Ancak uzlaşma süreci, usul-aksak bir öğrenme, farkındalık sürecine de dönüşebilir.
Birbirinin yüzüne bile bakmayan, varlığına bile katlanamayan insanlar, uzlaşmanın ardından karşılıklı duygusal buzlaşma halini eritebilir, birbirini tanıma, önce “katlanma” sonra anlama atmosferine de girebilir giderek.
Bu da “uzlaşma kültürü” kavramını da aşan, bir beceriye, meziyete ulaştırır insanı.
Yarın, Ankara örneğinde “uzlaşma”nın yereldeki/yerlerdeki hallerini irdeleyeceğim.
Paylaş