Paylaş
Türkiye'nin haftalardır en sıcak gündem maddelerini af, tahkim ve siyasal partiler yasası değişikliği oluşturuyor.
Biz bu konuda bugüne değin hiçbir şey yazmadık. Çünkü mevcut hükümetin ülkeseverliğine ve basiretine güvenimiz tamdır. Ama son birkaç günkü gelişmeler, doğrusu bende bazı kaygılar uyandırdı. Bu kaygıları bir tek başlık altında topluyorum: Yargının etkisi kırılıyor mu?
Şöyle bir manzara görülüyor. Yargı, adalet dağıtmak için yargılayıp mahkûm etmiş, siz affediyor, salıveriyorsunuz. Yargı, ülke gerçeğini ve çıkarlarımızı esas alarak uluslararası ilişkilerde belirli kararlar alacak, siz ‘‘tahkim’’ var diyerek işi Türkiye dışından birilerine havale edip Türk yargısını etkisiz kılacaksınız. Yargı, ülke ve devlet için zararlı, hatta yıkıcı faaliyetler görerek bir siyasal teşekkülü mahkûm edip kapatmış, bazı yöneticilerine siyaset yasağı getirmiş, siz kanunu değiştirerek yasağı kaldırıyor veya tartışılır hale getiriyorsunuz.
Ve tüm bunları, art arda, yargı aleyhinde adeta ‘‘anlamlı bir bütün’’ oluşturacak biçimde sergiliyorsunuz. Yargının en azından kulağını çekerek onu ‘‘azarlar’’ gibi davranıyorsunuz.
* * *
Yolsuzluğun, çetelerin, kanunsuzlukların, adalet dağıtımı gecikmesinin (hatta adaletin bağımsız olmadığının) 24 saat konuşulduğu ülkemizde, yargının tüm yaptıklarını işe yaramaz hale getirmek olarak algılanabilecek bu tablo ister istemez şu soruyu sorduruyor: Yaptığı hemen her şey yasamanın ‘‘siyasal omurgalı müdahaleler’’i ile yıkılan veya ters yüz edilen bir yargı hangi şevk ve azimle iş yapacak, sonuç üretecektir?!
Bu müdahalelerin, kitle şuuraltında vücut vereceği, ‘‘Mahkûm olsan da o kadar önemli değil, bak işte yırtıp çıkıyorsun’’ psikolojisinin ülke geleceği açısından nelere mal olacağı acaba iyice hesaplanmış mıdır?
Birilerinin duasını alacağınız kesin. Ama acaba birilerinin de bedduasını almayacak mısınız? Ve bedduasını alacağınız kitlenin dua edecek kitleye oranını iyi incelediniz mi?
Örneğin şu af meselesi. (Partiler Yasası'ndaki değişikliği de bir anlamda af olarak görüyorum). Affetmek, birey ve toplum olarak, insanoğlunun en yüce davranışlarından biridir. Tamam ama burada bir varlık yasası unutuluyor: Affetmek hak ve yetkisi, ihlal edilen hakkın sahibinindir. Hakkı ihlal edilenin yerine bir başkası geçerek ‘‘af’’ ilan ediyorsa bu, varlık kanunları açısından bir zulüm olabilir. Bunun en güzel kanıtı, Cenabı Hakk'ın, affediciliğini sadece kendine ilişkin hak ve görevlerin ihlalinde kullanması, kullarının hakları söz konusu olduğunda ise affedici olarak devreye girmemesi, affetmeyi özendirmekle yetinmesidir.
* * *
Şimdi ben şöyle düşünemez miyim: Siz de affı teşvik edin ama affetme yetkisini, hakları ihlal edilenlere bırakın. Onlar bu yetkilerini af yönünde kullanırlarsa işte bundan rahmet ve mutluluk doğar. Sizin yaptığınız şekliyle aftan ne doğacağı belli değildir. Çünkü affettiğiniz suçların ihlal ettiği hakların sahibi siz değilsiniz. ‘‘Size ait olmayan bir hakkı nasıl kullanıyorsunuz?’’ diye sormazlar mı?
Özetleyeyim: Bu hükümete ilk günden itibaren destek verenlerden biriyim. Ve ona güvenmeye devam etmekteyim. Ama aklım, vicdan ve irfanım bu son gelişmeler karşısında beni kaygılanmaya ve yukarki soruları sormaya itmiştir.
Y.N.Ö.'nün notu: Geçen yazımdaki ‘‘10 Temmuz’’ ifadesi yerine ‘‘1 Ağustos’’ ifadesi konmalıdır. 10 Temmuz, Ayvalık konferansımın tarihidir. Düzeltir, özür dilerim.
Paylaş