Toplantıyı terk ettim!

Yaşar NURİ ÖZTÜRK
Haberin Devamı

Türkiye Yazarlar Vakfı tarafından organize edilen (16-19 Temmuz 1998 tarihleri arası) ve son birkaç gündür sürekli konuşulan ‘‘Abant Toplantısı’’nı kastettiğimi anlamışsınızdır, sevgili okuyucularım!

Gerçekten konuşulmaya, tartışılmaya değer bir toplantı idi. Neden? Sorunun cevabı herkese göre farklı olacaktır, ama bu fark, toplantının konuşulmaya değer oluşunu engellemez. Abant toplantısı, benim için de önemli, ibret dolu, ders dolu bir toplantı idi. Ülkenin değişik alanlarda yetişmiş değerlerinin üç gün boyunca birikim sergiledikleri bir toplantı nasıl olur da konuşulmaya değer olmaz!

Konuşulmaya değer bir toplantı idi Abant Toplantısı ve sanıyorum daha da konuşulacaktır.

Ben bu toplantıdan alacağımı alıp vicdan ve akıl laboratuvarıma gönderdim. Benim açımdan gerekli olanı ilerki zaman içinde elbette yerine getireceğim. Bugünkü yazımı bu toplantıya ayırmamın sebebi ise okuyucularımdan, dostlarımdan gelen yoğun telefonlardır. Biliyorum ki bunun arkasından Anadolu mektupları başlayacak. Soruluyor ve sorulacak: ‘‘Sen bu toplantıyı ikinci gününde neden terk ettin?’’ Basiretli okuyucularım biliyorlar ki bu soruya cevap verdiğimde toplantının bir değerlendirmesini de yapmış olacağım.

Toplantıyı terk etmem başlıbaşına bir değerlendirmedir. Daha detaylı bir sonuç çıkarma işini size bırakıyorum. İş olsun diye konuşmamı beklemeyin. Esasen, ben bu ülkede en çok konuşan adamlardan biriyim. Yirmi yıldan beri konuşuyorum. 32 kitap, binlerce makale, yüzlerce televizyon sohbeti ve yüzlerce konferansta konuştum. Değil bir, birkaç uyarıcının ‘‘konuşmuş olma’’ görevi için bile yeter bunlar. Elbette ki ben konuşmaya devam edeceğim, ama artık biraz ‘‘karşılık bekleyerek’’ konuşacağım. O karşılık şudur: Artık konuştuklarımın yankılarını talep ediyorum. Bu ülkeyi ve insanımızı seven resmi-gayriresmi herkesten... Ne aş talebim var, ne iş. Ne ev bekliyorum, ne bark. Hepsini rafa koyun. Ama son çeyrek asırda bir yangının eşiğine getirilmiş bulunan bu aziz ülkenin insanında, kırk yıldır uykuya ve dinlenmeye hasret bu adamın, uyarılarını ‘‘iyice ciddiye almış’’ bir kitle görmek hakkı vardır. Çizgi roman yazmıyorum, masal anlatmıyorum. Maval hiç anlatmıyorum.

Konuşuyorum. Gevelemiyorum. Söz söylüyorum. Ve söylediklerimin hiçbiri geride kalan günler tarafından yalanlanmadı. O halde, sözümün yankı bulmasını beklemek hem hakkım, hem görevimdir.

Toplantıyı birçok kişi değerlendirdi. Bir yenisine gerek yok. Benim ‘‘erbab-ı basiret’’e iki sözüm var:

1. Omuzlarına Tanrı ve tarih tarafından büyük ve aziz emanetler yüklendiğine hiç kuşkum bulunmayan Türk devleti, benim gördüğüm odur ki, çok ama çok zor bir badireden geçiyor. Allah'tan başka dostu olmayan bir devlettir bu. Ama anlaşılan o ki, Allah onun dostudur. Yoksa ayakta duramazdı. Allah ondan basiret, dirayet ve melâmet (kınayanların, alçak ve hainlerin dedikodusuna aldırmadan Hakk'a ve gerçeğe yürümek) istiyor.

2. Bu ülke, şu satırların mazlum-mağdur ve nezir (uyarıcı) yazarının söylediklerini-yazdıklarını yeniden ve yeniden okumak, düşünmek ve kitlelere ulaştırmak ihtiyacındadır. Ben bunu, ne tür ithamlara mesnet yapılacağını bile bile söylüyorum. Karalama ve hakaret bahanesi yapılacağını bildiğim halde söylüyorum. Çünkü, yüce Allah'ın vicdan ve irfanımıza yerleştirdiği o ‘‘tanrısal-kozmik barometre’’ bana bunun böyle olduğunu ve bunun böyle olduğunun açıkça söylenmesi gerektiğini bir insanlık borcu olarak yüklüyor.

İsteyen istediğini söylesin, dileyen gülsün, dileyen öfkelensin, ben bu ülkenin yarınlarına sevdalı bir Anadolu çocuğu olarak, akıl ve vicdanımda elle tutulur kanıt haline geldiğini gördüğüm her şeyi bu ülkenin evlatlarına ve bu ülkeyi çekip çevirenlere iletirim. Ve iletiyorum.

Türkiye, ‘‘Çıplak Uyarı’’yı yazan adamın tüm yazdıklarını yeniden ve iyice ele almak ihtiyacındadır. Onların yerine koyacak bir şeyi henüz maalesef yoktur. Özellikle ‘‘Kuran'daki İslam, Yeniden Yapılanmak, Çıplak Uyarı, Fatiha Suresi Tefsiri, Konferanslarım, Kuran Uyarıyor, Kuran'ı Anlamaya Doğru...’’ adlı kitaplarımın ‘‘büyük ve dikenli badire’’yi aşmak için çırpınan kitlenin nefesi ve dili durumunda olduğunu, her doğan gün bana bir kez daha duyuruyor.

Ben de ilgilenmek ihtiyacı hissedenlere duyuruyorum.

Varoluş borcunu, ışık ve ufuk göstermekle ödemek zorunda olan bir adam başka ne yapabilir, söyleyin!?













Yazarın Tüm Yazıları