Paylaş
Kur'an'ın en önemli kavramlarından ikisi üzerindeyiz.
Tefkir, fikir kökünden bir sözcük. Düşündürmek, düşünmeye yöneltmek, düşünce üretecek yol ve yöntemler keşfetmek veya önermek anlamında. Tekfir ise küfür kökünden bir kelime. Küfürle itham etmek, kâfir damgası vurmak, kâfir oldun demek, kişi veya grupların kâfirliğini ispat için didinmek anlamlarında.
Tefkir, yani düşünme aktivitesi içinde olmak veya kişi ve toplumları bu aktivite içine sokmak, Kur'an'a göre, insanın en onurlu eylemidir. Böyle olunca da varlığın en onurlu eylemidir. Din açısından bakılınca da dinin en onurlu eylemidir. Başka bir deyimle, en yüce, en kutsal ibadettir. Çünkü Tanrı'nın insandan beklediği tüm olgunluk ve erginlikler tefkir sayesinde elde edilir. Hiç abartmasız denebilir ki, Kur'an'ın yarıdan fazlası, doğrudan veya dolaylı bir biçimde, tefkir eylemini anlatan ve kutsayan ifadelerden oluşur. Kur'an'a göre, tüm varlık ve oluş, atomdan galaksilere kadar, sonsuz ve sınırsız ayetlerle doludur ve bunların tümünü incelemek, tümü üzerinde düşünmek insanın varoluş ve onur borcudur.
Allah'ı gereğince bilmek de, Allah'ın dinini tanıyıp yaşamak da bu onur borcunu yerine getirenlerin bahtiyarlığıdır. Esas din, bu onur borcunu ödemek için didinenlerin mutluluk yoludur. Kur'an'ın cihad dediği de esas anlamıyla bu onur borcunu ödeme gayretidir. Allah'ın dininin omurgası budur. Bu varsa din vardır, yoksa yoktur. Oysa ki, tefkirin yerine tekfiri koyanlar için cihad, kendi politik ekibinden olmayanlara hayat hakkı vermemeyi dinleştirme gayretidir.
İslam dünyasının, yüzyıllardır tefkirden uzaklaştığını ve Allah'ın dininin omurgasını tahrip ettiğini, bu yüzdendir ki yaşadığı dinin Kur'an'ın dini olmadığını yıllardır söylüyoruz. Söylemek ne kelime, bağırarak duyurmaya çalışıyoruz. 36 kitabımın hemen hepsinden bu feryat yükselir.
Türkiye'de de aynı süreçte seyreden bir ‘‘din hayatı’’ yaşanmaktadır. Türkiye'de yaşanan din de Kur'an'ın dini olmaktan çok uzaktır. Çünkü onda da tefkirsizlik illeti egemendir. Özellikle son çeyrek yüzyılda, tefkir düşmanlığı, din haline getirilmiştir. Yani dinin istediğinin tam tersini yapmak dinleştirilmiştir. Hz. Ali'nin ölümsüz deyişiyle, ‘‘dinin elbisesi tersine çevrilerek giyilmiştir’’. Düz giyildiğinde insana itibar sağlayan elbise, ters giyildiği için insanı rezil etmekten başka bir işe yaramaz olmuştur. Bu rezilliği kapatmak için başvurulan rezillikler ise birinciden daha beterdir.
Ülkemizde, tefkirden koparılan din, bir tekfir kurumuna dönüştürüldü. Kişileri, toplulukları, sistemi, askeri-sivili, kadını-erkeği kâfir ilan etmek, temel ibadet haline getirildi. ‘‘Tekfir zevki’’ birçok çevrede, din adına dağıtılan hemen hemen tek teselli görünümündedir. Zaman zaman sadizme dönüşen bir zevktir bu.
Bunda şaşacak bir şey yok: Tefkirden nasiplenemeyenlerin sapacağı tek yol, tekfir yoludur. İslam'ın daha doğuş asrında bunun örneklerini görüyoruz. Tefkirin doruk noktasına yükselen ve İslam'ın, Peygamber'den sonra en büyük şahsiyeti olan Hz. Ali, tefkirden nasip alamamış ‘‘şecere-i mel'une’’ (lanetli ağaç, lanetli soy, bk. İsra suresi, 60) çocukları tarafından ‘‘kâfir’’ ilan edilerek yani, tekfir siyaseti uygulanarak öldürülmüştür. Hem de İslam'ın mabedinde, secde halinde iken...
İslam'ın kaderini daha ilk günün kuşluk vakitlerinde karartan bu zulmün dayandığı politika, son çeyrek asırda, Türkiye'de dini saltanat ve menfaat aracı yapan zihniyetlerin de politik yol ve yöntemi oldu. Onların siyasetlerinin esası da, kendi siyasal kütüklerinde kaydı bulunmayanlara ‘‘kâfir’’ damgası vurmaktı. Yıllarca açıktan yaptıkları bu kötülüğü, yeni dönemde ‘‘takıyye’’ metotları uygulayarak maskeli bir biçimde yapma yoluna gitmemelerini öneririz. Başarı için artık ‘‘akılcı’’ yollar denesinler!.. Onlara da, İslam'a da yazık olmasın! Bu yeni dönemde, koyun postuna girmiş kurt görürsek, ‘‘Çıplak Uyarıcı’’ sesimizi vatandaşa şu şekilde iletiriz: Güvenme koyuna, gelirsin oyuna!..
Türkiye'de, tekfir zulmünden daha korkunç bir zülum vardır: Tekfir zulmünün tüm harcamalarının, bu zulmün sillesini yiyen kitleye yaptırılması... Bunu, aldatılmış halktan çeşitli yollarla ‘‘toplayarak’’ veya sövdükleri sistemin makam ve imkânlarını kullanarak yapıyorlar. Türkiye bu bakımdan, eşi az bulunur bir örnek oluşturmaktadır. Ve sanıyorum, Türkiye'nin acılı kıvranışının reçetelerinden en önemlisi, bu son noktanın iyi tahlil edilmesiyle elde edilecektir.
Tekfir zulmü, ülkemizin maruz kalabileceği en büyük zulümdür. Ne terör bu zulme denk olabilir, ne de işgal orduları kahrı... Çünkü bunların tümü bir şekilde biter. Ama tekfir siyaseti, insanın asla bitmeyecek değerlerinin kurumu olan dini sömürdüğü için asla bitmez.
Tekfir zulmünden kurtuluşun tek yolu, tekfir politikacılarının ‘‘din’’ dediği şeyin din olmadığını bilmek ve hiç vakit kaybetmeden ‘‘Allah'ın dini’’ne ulaşmak ve onunla barışmaktır. Kısacası, tek çare, Kur'an'ı din yapmaktır.
Türkiye ya bunu yapar selamete çıkar; yahut da tekfir bezirgânlarıyla, ‘‘takıyye tuluatçıları’’nın artık ve atıklarından ‘‘birkaç oy kapmak’’ için ikiyüzlülük sanatının tüm hünerlerini sergileyenler yüzünden kahırdan kahıra sürüklenmeye devam eder.
Paylaş