Paylaş
Seçimlerde ilgili olarak seçim tarihinden önce tek satır yazmadım; çünkü bu, birileri için kamuoyu oluşturmak istediğim şeklinde yorumlanabilirdi. Oysa ki benim böyle bir işim ve niyetim yoktu. Başka bir deyişle bu, aktif siyasetin içinde olanların işi idi.
Ama sonuçları belli olmuş bir seçimle ilgili değerlendirmeler yapmak, bu ülkenin bir vatandaşı, özellikle ‘‘aydın’’ unvanı taşıyan bir vatandaşı olarak benim de hakkım ve görevimdir.
Şimdi bu hakkımı kullanacak, bu görevimi yapacağım. Bunu yaparken sadece ülkemizin ve insanımızın geleceğini düşüneceğim. Kimseyi kırmak, küçük düşürmek veya övüp yüceltmek gibi bir amacım yoktur.
Düşündüklerimi, eveleyip gevelemeden, mertçe ve ‘‘dost acı söyler’’ özdeyişine uygun bir biçimde ifadeye koyacağım. Beğenen katılır, beğenmeyen katılmaz.
Ben, düşüncelerimi şu başlıklar altında vermek istiyorum:
LİDERSİZLİK SANCISI
Bana göre, seçimlerin tahlilinden çıkarabilecek ilk genel sonuç şu: Türk siyasetinde bol miktarda parti başkanı var, ama lider yok. Tek partinin iktidara getirilmemesinin ilk ve en önemli anlamı bence bu. Lideri burada, lügat anlamıyla değil, siyaset felsefesindeki anlamıyla, hatta felsefedeki anlamıyla alıyorum. Bu anlamda lider; ufuk açıcı, yaratıcı, yarınları kuşatıcı, tarihe özel kayıt sayfası açtırıcı, karizmatik devlet adamıdır. Türk siyasetinde işte bu anlamıyla lider yok. Cemal Kutay, ‘‘Lider yok, parti ağaları var’’ diyor. Ben, o kadar sert söylemiyorum. ‘‘Lider yok, parti başkanları var’’ diyorum.
Eğer lider olsaydı, seçimlerden üç yüz-üç yüz elli milletvekiliyle tek kadroya defalarca iktidar çıkaran bu millet yine aynı şeyi yapardı. İstikrar ve sürekliliğe en çok muhtaç olduğumuz bir zamanda ülkenin kaderini birkaç yamalı bir bohçaya neden sarsın?
Ben şöyle düşünmekteyim: Genelde İslam dünyasının, özel olarak da Türk siyaset hayatının en ciddi problemi gerçek anlamıyla lider problemidir. Türkiye, 21. Yüzyıl'a girerken bu problemi maalesef çözememiş görünüyor.
Ne diyeyim, Allah parti başkanlarımıza kolaylık ve bol şans ihsan eylesin!
SEÇİMİN VURDUĞU TOKATLAR
1999 seçimleri, bazı zihniyetleri, bazı kadroları ağır ihtarlarla uyaran, hatta tokatlayan bir seçim olarak da dikkat çekmektedir. Bu tokatların en ağırını yiyen anlayışın siyasal-kurumsal (veya kategorik) adı ‘‘merkez sağ’’dır. Merkez sağın nasıl tokat yediğini, bu tokatlamanın hep görmezlikten gelinen arka planını ve ortaya koyduğu ibret tablolarını ayrı bir yazıda ele alacağım.
Çok partili hayata geçişimizden beri tam anlamda asla iktidar sahibi kılınmamış solun yediği tokat, ikinci sırada bile değildir. Sol, zaten kırk küsur yıldır ‘‘iktidarsızlığa mahkûmiyet’’ kulvarında çırpınmaktadır. Bu seçimdeki kaybı, o kulvar içinde bir basamak kaybıdır. Bunun sebebi ise CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın (bizi bağışlasın), son zamanlarda ‘‘siyaset’’ zannıyla sergilediği ‘‘tutarsızlık, hırçınlık ve oyunbozanlık politikası’’ olmuştur. Bence CHP, dışarıdan desteklediği 55. hükümetin içinde bizzat yer almalıydı. En azından, verdiği desteği sonuna kadar sürdürerek erken seçim macerasıyla hükümet bunalımının sebebi olmamalıydı. Bunu yapmak yerine bir ‘‘bozgun’’ politikası izledi. Ve bu ‘‘politika’’nın yarattığı can sıkıntısına cevap olarak millet, CHP'yi bir buçuk okkalık bir tokatla barajın derin sularına gömdü. Şimdi orada dinlensin... Umarız, aklını başına alır da ‘‘Atatürk'ün partisi, Atatürk'ün devamı’’ gibi iri lokmaları yutmaya kalkmaz. Atatürk'ün partisi ha!.. ‘‘Atatürk'ün emanetini berbat eden parti’’ demek daha doğru olmaz mı? Aksini söylersek, ‘‘Bu millet, Atatürk'ü mü baraja gömdü?’’ diye sormazlar mı?
Kavramsal başlıklar atarak baktığımızda bu seçimin en ağır tokadını ikiyüzlülük yemiştir.
Gelecek yazımda ikiyüzlülük konusu üzerinde duracağım.
Paylaş