Yaşar Nuri Öztürk: O ‘müthiş 45 saniye’

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Haberin Devamı

Hepimizin başı sağ olsun. Allah ölenlere rahmet eylesin. Yaralananlara şifa ve tüm halkımıza sabırlar niyaz ediyorum.

Depremi, merkezinin hemen yanı başındaki köy evimde ailemle birlikte yaşadım. O ‘‘müthiş 45 saniye’’ içinde Allah'ı, insanı, hayatı, maddeyi ve ruhu, evi-barkı, kavgayı-barışı yeniden değerlendirdim. Ama tabiata asla kızmadım. Allah'a asla ve asla sitem etmedim. Tecellilerinin lütfunda da kahrında da hamd O'nadır...

Tarihimizin en büyük, en acılı felaketlerinden birine maruz kaldık. Maddi zarar korkunç boyutta. Ama ondan önemlisi, binlerce can verdik. Bazı hurafe manyaklarının söylediği gibi Allah bizi cezalandırdığı için değil, üzerinde yaşadığımız toprağın deprem kuşağında yer alışının gereğini yapmamış olmak yüzünden...

Yaşadığınız toprağın iklim koşullarına uygun bir hayat ve yapılaşma tarzı oluşturmak nasıl zorunlu ise, deprem kuşağında olmanızın gerektirdiği koşulları yerine getirmeniz de öylesine zorunludur. Aksi halde, aynı tabiat olayı, bu koşullara uyanlara bir, size yüz kahır çektirir. Gereken tedbirleri almayanlar kahır faturasını Allah'a veya başkalarına ciro edemezler. Çünkü, ‘‘Allah insanlara zulmetmez, insanlar kendilerine zulmediyorlar’’ (Kuran).

* * *

Deprem yüzünden tabiata da kızamazsınız. Tabiatın binlerce nimeti yanında bazı zahmetleri, binlerce cemali yanında birkaç celali de var. Varlığın esası bu. Celal ile cemal, lütufla kahır, acıyla tatlı yan yana ve iç içe... Varlığın kanunlarına sövüp saymak veya miskin bir Şark uyuşukluğu içinde ‘‘Kader buydu’’ diyerek pelteleşmek insanca bir tavır değildir.

Acılar içinde de olsa düşünmek ve sadet noktasını yakalamak zorundayız.

7.4 büyüklüğünde bir deprem yaşadık. En önde yerleşim merkezleri, en gözde sanayi bölgeleri tahribe uğradı. Sonuç, tek kelimeyle felaket. Ama şu da bir gerçek: Aynı şiddette bir deprem, örneğin Japonya'da veya ABD'de bizdekinin onda biri kadar bile yıkıcı ve öldürücü olmuyor. Allah onları iltimas edip bize azap gönderdiğinden değil... Mesele, yaşadığı coğrafyanın şartlarına uygun, akıllı ve basiretli insanlara yaraşır bir yerleşme ve yapılaşmayı sağlayıp sağlamamak meselesidir...

Ve özellikle yerleşim bölgelerinin seçimi ile buralardaki binalaşmanın planlanmasında ve binaların yapımında haram kazanç namussuzluğuna ve siyasal sömürü soysuzluğuna prim verip vermemek meselesi...

* * *

Türkiye en büyük yanlışı bu primler noktasında yaptı. Birinci derecede suçlu, bu primleri veren siyasal iktidarlardır, sonra da kanun dışı tavizleri bir nimet sanan halk, yani bizler.

Önceki benzerleri gibi, bu deprem de göstermiştir ki biz üzerinde yaşadığımız toprağın gerektirdiği titizliği göstermeyen, bu konuda hem pelteleşmeye hem de namussuzluklara imkân hazırlayan bir ciddiyetsizlik içindeyiz. İnsanın sorası geliyor: ‘‘Acaba biz, nimetlerle dolu bu toprağa layık değil miyiz? Acaba böyle bir şeyi fark ettikleri için midir ki, önüne gelen, başımıza bir çorap örerek bu topraklarda söz sahibi olmaya kalkıyor?’’

Depremin ardından ortaya çıkan korkunç tabloya bakarak hep birlikte şunu sormalıyız: Acaba biz, Allah'ın kanunlarına, O'nun lütfu olan aklın ilkelerine uygun hareket ediyor muyuz?

Depremin vücut verdiği yıkım ve ölüm tablosunun büyüklüğü dikkate alınırsa bu sorunun cevabı kocaman bir ‘‘hayır!’’ olacaktır.



Yazarın Tüm Yazıları