Yaşar Nuri Öztürk: Muhammed İkbal'de aşk

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Haberin Devamı

İkbal'de aşk, tıpkı üstadı Hallac-ı Mansur'da olduğu gibi; dinin hayatın ve benliğin motor gücüdür. Aşk hem sevene hem de sevilene kişilik kazandırır. Kişilik büyüdükçe aşk, aşk büyüdükçe kişilik büyür.

İkbal'e göre, modern çağın sıkıntı sebeplerinin birincisi, aşk ile aklı kucaklaştıramamaktır. Yüzyılımızın en büyük derdi, ‘‘sevgiden nasipsizlik’’ olarak görülmektedir. Öte yandan, akıl ile aşkın en ideal barıştırıcısı, İkbal'e göre Kuran'dır.

Aşk, her şeyden önce, hayatın sırrını yakalamanın en kestirme yoludur. Bu yüzdendir ki İkbal, aşkın bazı pervasızlıklarına bakarak onu bir tür ‘‘delilik’’ gibi görenlere şöyle beddua eder: ‘‘Aşka delilik diyen insan, hayatın sırrına daha da yabancı olsun!’’ Hayatın sırrını yakalamada tek başına kaldığında bilim de bir işe yaramaz. İkbal, bilimin de aşk ile kucaklaşması gerektiğine inanır. Aşk ile kucaklaşmayan bilim, insan ruhundaki ‘‘sonsuza uzanan yaratıcı arzular’’ı tatmin edemez. Çünkü: ‘‘Bilim, araştırmakta lezzet bulur, aşk ise yaratmakta.’’

Aşktan yoksun bir benlikte oluşan boşlukları kin doludur. Kin, sevgiye doymamış gönüllerin intikama yönelik tatmin duygularının genel adıdır. Sevgiye oturtulmayan bir din anlayışının yolu, bir gün mutlaka kine çıkar. Kinleşen bir din ise, insan hayatına yıkıcı bir güç olarak girer ve insanlık suçu işlemenin kutsal kurumu haline getirilir. Buradan hareketle İkbal; terbiyenin, dinin, ahlakın temeline aşkı koymayanların bu kavram ve kurumlardan hayır görmeyeceklerine inanır. Diyor ki: ‘‘Hayat için aşk, şeriat ve ayindir. Terbiyenin aslı dindir, din ise aşktır.’’ Tam bu noktada, İkbal'in hayat ve iman kaynağı olan Kuran'ın, Allah'a imanı, sevginin çok ileri bir boyutu olarak gösterdiğini belirtmek yerinde olur. Ayetteki şekliyle verelim: ‘‘İmam sahipleri, Allah'a sevgide çok kararlı ve taşkındırlar.’’ (Bakara 165).

Dinin ruhunu aşk oluşturduğu için, sevgiden yoksun gönüllerin icra ettikleri ibadetler bir gösteriden öteye geçemez. Allah'ı sevgi üzere ve aşk içinde aramayanların, sayıya ve mekána sığan ibadetleri erdirici olamıyor. İkbal, bütün hayatı bir ibadete çeviren büyük ruhlardaki niyazın enginliğini şu dizede ifadeye koymuştur: ‘‘Benim niyazım, iki rekat namaza sığmaz!’’ (Cavidname 87). Ve devam ediyor: ‘‘Áşıkların namazını niye soruyorsun? Onun rükuu da secdesi gibi mahremdir. Allahu Ekber'in alev alev yanışı beş vakit namaza sığmaz. Áşıkların namazında okuyuş, iki dünyaya meydan okumaktır. Bu namazın bir rekatı bile Müslüman'ı ölümsüz yapar. Bu ateşsiz ve heyecansız asrın öldürüp mahvettiği insan böyle bir namazın içerdiği kıyametleri nereden bilecektir!’’ (Armağan-ı Hicaz 60). Şunu da ekliyor İkbal: ‘‘Müslüman'ın tabiatı sevgi yüzünden üstündür; Müslüman eğer áşık değilse káfirdir.’’ (Esrar-ı Hodi 59).

Aşkın bu eşsiz ve erdirici rolü, onun hiç bitmemesini, artarak devam etmesini gerekli kılmaktadır. Mutlu bir dünya ve yetkin insan özlemi içinde olanlar, aşk temeline dayalı bir hayat ve ahlak anlayışını egemen kılmak zorundadırlar. Çağların üstüne çıkmış Yunus Emre'nin 14. yüzyılın başında ifade ettiği şu gerçek, Yunus imanının seçkin evlatlarından biri olan İkbal'in birçok mısraında farklı kelimelerle defalarca dile getirilmiştir: ‘‘Aşk gelicek cümle eksikler biter!’’ Yunus'un bu dizesi, 19. yüzyılın büyük sufi düşünürü Kuşadalı İbrahim (ölm. 1845) tarafından, değişik bir söyleşiyle bir kez daha ölümsüzleştirilmiştir: ‘‘Aşk, tüm dertlerin devası olan bir derttir ki arttıkça derman getirir.’’

Mevlana Celaleddin Rumi'nin, ‘‘Bütün zehirleri bala çeviren iksir’’ diye nitelediği aşk, onun çağdaş öğrencisi İkbal tarafından, yaşadığımız yüzyılın acılarını mutluluğa dönüştürecek bir kurtarıcı olarak insanlığa yeniden tanıtılmıştır.

Emanetleri ehil olanlara verin!

‘‘Şu bir gerçek ki, Allah size, emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semi'dir, çok iyi duyar; Basir'dir, çok iyi görür.’’ (Nisa 58).

İş ve emanetlerin ehil olmayanlara verilmesi, düzenin anarşiye, adaletin haksızlığa, dengenin sapmaya ve sonuç olarak da mutluluğun kavga ve kaosa teslim edilmesi demektir.

Emir, mutlaktır. İş ve emanetlerin verilişinde yalnız ve yalnız ehliyet aranacaktır. Aksi yapılırsa, toplum önce bozgun ve kargaşaya sonra da felaket ve çöküşe gider. İslam dünyasının yüzyıllardan beri devam eden perişanlığının sebeplerinden biri de bu ayete ters düşüştür. (Geniş bilgi için bk. Kur'an'daki İslam, 561-562). Emanet ve görevlerin ehil olmayanlara verilmesi, Hz. Peygamber tarafından toplumun kıyametinin kopuş belirtilerinden biri olarak gösterilmiştir. Bu demektir ki iş ve mevkilerin, onlara layık olmayanlara verilmesi en büyük zulümlerden biridir.

‘‘Beden senin atındır, dünya ise o atın ahırıdır. Atın yemi binicinin yiyeceği olamaz.’’

Mevlána Celáleddin Rûmi

Yazarın Tüm Yazıları