Paylaş
İslam'ın Kuran'a dayalı yapısını dejenere ederek geleneklere ve çıkarlara dayalı bir sömürü dini oluşturan ve bunu ‘‘İslam’’ patenti altında insanlığın önüne çıkaran karanlık-egoist tipi İkbal, ‘‘molla’’ diye anmakta ve onu Allah'ın dinine musallat olmuş illetlerin en büyüklerinden biri olarak görmektedir. Bu illetin oluşturduğu sahte din, ‘‘İslam’’ diye anılsa da o esasında, Kuran'ın dini değil, bir ‘‘mollaizm’’dir.
İkbal'in iki büyük mürşidi olan Hallac ve Mevlana tarafından da şiddetle eleştirilen bu tip, Türk düşüncesinde İkbal'in benzeri bir işlevi üstlenmiş olan Mehmet Akif tarafından da ağır biçimde eleştirilmiştir. Akif de, tıpkı ülküdaşı İkbal gibi, bu karanlık tipi, Kuran dininin patentini kullanarak Kuran dışı bir sömürü ve kin dini kurmakla suçlamaktadır. Diyor ki Safahat'ında:
‘‘Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun
Yıktın da din-i mübini yeni bir din kurdun.’’
Demek oluyor ki, Akif'e göre, yobaz-molla tipin ‘‘İslam’’ adı altında kurduğu yapay din, her şeyden önce, İslam'ın muazzez Peygamberine isnat edilen yalanlar üzerine oturtulmuştur. Bu yalanlara oturtulmasaydı, zaten yaşama şansı olmayacaktı. O halde, molla karanlığının vücut verdiği sözde İslam'ın alameti farikası, Peygamberimize isnat edilen yalanları, Kuran'ın üstüne çıkarmak ve Allah Elçisi'ni, Allah'ın dini yanında -haşa- rakip bir firma kurmuş duruma düşürmek olmaktadır. Bu sakatlığın belirtisi ise dini Kuran'ın denetiminden kaçırmak için sürekli bahane uydurmak ve ‘‘Kuran hakem olsun’’ diyenleri reformculuk veya ‘‘sünnete aykırılık’’la suçlamaktır.
İkbal, istisnasız bütün eserlerinde, mollayı gündeme getirmekte, hatta bazı yerlerde bağımsız başlıklar atarak onun İslam ve insanlık değerlerindeki tahribine dikkat çekmektedir. Bilgisizlik, tembellik, sığlık, iftira, haset, estetik ve hikmet düşmanlığı, bozgunculuk, hokkabazlık, dini nefret unsuruna dönüştürme gibi olumsuzlukların temsilcisi gördüğü mollaya özellikle şiirindeki hücum çok ağırdır. Detaylarına ‘‘Hallac-ı Mansur’’ adlı eserimizde girdiğimiz bu konuda bazı örnekler verelim: ‘‘Mollanın gönlü gam nedir bilmez. Bir bakışı vardır ama gözü hiç yaşarmaz. Onun mektebinden kaçtım, çünkü onun Hicaz'ında zemzem yoktur.’’ Ve ‘‘Bağrında bir ah çekiş bulunmayan şu eğri külahlı molla da Müslüman ha!’’ (Armağan 31, 35).
Ana eseri Cavidname'deki şu dizeler, korkunç birer darbe gibidir: ‘‘Hakkın dini, káfirlikten daha kötü adla anılır oldu; çünkü molla, káfir üreten bir mümindir. Bizim gözümüzde çiğ damlaları deryaya dönüşüyor, onun gözünde ise bizim deryamız bir çiğ damlasıdır. Bu Kuran satan adamın hileleri yüzünden Cebrail'in bile inlediğini gördüm. Onun gönlü, hakikate göklerin ötesi kadar uzaktır. Peygamberin dininden onun nasibi yoktur. Yıldızları olmadığı için onun göğü simsiyahtır. Görgüsü az, zevksiz, geveze. Ümmet, onun lakırdıları yüzünden parça parça oldu. Medrese ve molla ile Kuran'ın sırları arasındaki ilişki, kör doğmuş biri ile güneşin ışıkları arasındaki ilişkiye benzer. Káfirin dini, savaş planları yapıp yürütmektir; mollanın dini ise fisebilillah fesat çıkarmaktır.’’ (Cavidname, 681 - 688).
Molla, özellikle fesat sembolü olarak gösterilmektedir. O, ‘‘cihat’’ adı altında sürekli fesat üretir. Mollanın fesatçılığı, sadece dünyayı değil, cenneti de rahatsız edecektir. Diyor ki İkbal: ‘‘Allah, mollayı cennete gönderdiği zaman ben de hazırdım. Dilimi tutamayıp şöyle dedim: 'Cennet, gürültü ve kavga yeri değildir. Oysaki çekişme ve safsata bu adamın tabiatında esastır. Onun görevi, milletlere ve dinlere pislik atmaktır. Halbuki cennette ne cami var, ne kilise, ne de ateş tapınağı.’’ (Cavidname Şehri, s. 214).
Fesat ve basiretsizlik sembolü olarak gördüğü mollanın karşısına ‘‘merd-i Hak’’ (hak adamı) veya ‘‘merd-i mümin’’ (mümin er) olarak nitelediği Kuran insanını koyan İkbal, şu karşılaştırmayı yapıyor: ‘‘Mollanın cenneti şarap, huri ve oğlandır; hürlerin cenneti ise sürekli yürüyüştür. Mollanın cenneti yemek, uyku, şarkıdır; áşığın cenneti ise varlığı ibretle gözlemektir. Mollanın haşri, mezarın çatlaması ve İsrafil'in sesidir, heyecanlandırıcı aşk ise başlıbaşına bir kıyamettir.’’ (Cavidname, 1100-1102).
Tüm bu yakınış ve eleştirilerden sonra İkbal, molla hakkındaki son sözünü, tarihin kulağına şu şekilde fısıldar: ‘‘Onun namazında Hakk'ın ne caleli vardır ne de cemali. Onun ezanı bize seher vaktini dahi bildirmez.’’ (Darb-ı Kelim, 12). Ve mollaizmden hiçbir hayır beklemeyen İkbal, idealindeki Kuran müminine seslenir: ‘‘Gel, bu ümmetin işini bir yoluna koyalım... Şehrin mescidinde öyle feryat edelim ki mollanın göğsündeki yürek erisin!’’ (Armağan 57).
‘‘Varlıktan maksat insan, insandan maksat ise aşk ve ayrılık derdi ile inlemektir.’’
Ubeydullah Ahrár
Paylaş