Paylaş
GAZÁLİ, eserinin, üzerinde olduğumuz ilk bölümünde ibret ve hayranlık verici şu tespiti de yapmıştır: Bizzat Hz. Peygamber, kendi hitabelerinde, vaazlarında Allah kelamını okur, esas alırdı. ‘‘Müslümanlar cuma namazını Hz. Peygamber'le beraber kıldılar. Ve Medine devri boyunca bu cuma namazlarında yaklaşık beş yüz elli hutbe okunmuştur. Nerede bu hutbeler? Hadisçiler, bir kelimeyi, küçük bir fetvayı bile ihmal etmemişlerken bu hutbeleri nasıl oldu da bırakabildiler? Gerçek şu ki, Hz. Peygamber, hutbelerinde Kuran'dan ayetler okurdu. Minberde ve hutbede Allah'ın kitabını okuyunca cemaate de susup dinlemek düşüyordu.’’ (s.38)
Gazâli'nin bu çok önemli satırları bizi şunları söyleme noktasına getiriyor: Bu beşyüz hutbeden her biri, topluluğa hitaben okunmuştur. Bu topluluk bazen yüzlerce insandan oluşuyordu. Bu demektir ki, bu hutbeler hadis kritiği açısından tamamen mütevatır mertebesindedir. Ama tartışmalı birkaç rivayete dayanan bazı hutbe metinleri dışında ortada bir şey yoktur. Bu demektir ki, ya Allah Elçisi bu hitabelerindeki sözleri -en sağlam rivayetler olacakları halde- yazdırmamıştır, yahut da o hutbelerde Kuran ayetleri dışında bir şey okumamıştır. İki halde de, hayati mesajlar taşıyan bir Peygamber tavrı söz konusudur. Bu Peygamber tavrından hareketle, biz tüm din görevlilerine ve onların resmen bağlı oldukları Diyanet İşleri Başkanlığı'na şöyle bir dileği, Müslüman halkımız adına ulaştırmak istiyoruz: Halkımız, Kuran mesajından, Kuran'ın içeriğinden büyük ölçüde habersiz hale gelmiştir. Vaizler ve hatipler, tıpkı Peygamberimizin yaptığı gibi, vaaz ve hutbelerinde, açık ve güzel bir Türkçe ile hazırlanmış Kuran mealleri okusunlar, Allah kelamını, ilk ayetinden başlayarak son ayete kadar tekrar tekrar cemaate okusunlar ve insanımızı Kuran'la iyice kucaklaştırsınlar. Allah kelamından zihinlerde kalacak küçük bir nasip, bizim sözlerimizin yüzlercesinden daha erdirici, daha yücelticidir. Halkımızın Kuran'la kucaklaşması yolunda, Peygamberimizin bu tartışmasız sünnetinden neden yararlanmıyoruz?
Gazâli, Kuran'ı, rivayetlere boğdurmanın arkasında Kuran'dan uzaklık ve tembelliğin yattığını şöyle anlatıyor: ‘‘Şu gerçek iyice bilinmelidir; Kuran'ı anlamamak ve hayatı kavrayamamakla fıkıhçılık bir arada olmaz. Hadisle uğraşan bazı kimseler, Kuran'ı incelemeyi, onun ufak ve yakın anlam boyutlarını araştırmayı zor, buna karşın herhangi bir ‘‘hadis’’i daha kolay buluyorlar, sonra o rivayetten hüküm çıkarıyorlar ve bu şekilde memlekete ve halka kötülük ediyorlar.’’ (s.46)
Yazar, daha sonra çeşitli konulardaki uydurma hadislerin Kuran vahyi ile çelişen yapılarını, örnekler vererek değerlendiriyor. ‘‘Bu tip Kuran dışı rivayetleri kabul etmeyenleri sapıklıkla suçlayanların Müslümanların hukukuna tecavüz etmiş sayılmaları gerektiğini’’ (s.49) belirten Gazâli, ‘‘tâzir’’ (korkutma, dikkatli olmaya zorlama), adı altında işlenen cinayetler konusuna değiniyor. Burada, devlet reisine, tâzir için adam öldürme yetkisi veren bir ‘‘hadis’’i İslam'ın ruhuna ters bularak reddeden Gazâli şunu soruyor: ‘‘İslam, devlet reisine, sadece şüphe ve töhmetle insanları öldürme yetkisi vermiş midir? Tâzir adı altında, insanların öldürülmesine müsaade edilebilir mi? Böyle bir kabul, dini çürütmek, Peygamberimizi itham konusu yapmak değil midir?’’ (s.53)
Uydurma hadisler felaketinden en büyük zararı kadının gördüğünü de söyleyen Gazâli şunu yazıyor: ‘‘Kadının konumu çok kötüleşti. Ona layık görülen şey, cehalet ve toplumdan soyutlanma olmuştur.’’ (s.73)
Gazâli'nin, uydurma hadislerin cenderesine sokulan ‘‘yozlaştırılmış din’’i eleştirirken İbn Teymiye'den (ölm. 728/1328) alarak kaydettiği şu söz, en uyarıcı tespitlerden biridir: ‘‘Allah, zulmeden Müslüman bir devlete karşı, adaletli davranan kâfir bir yönetime yardım eder.’’ (s.79)
İki yazı bünyesinde ilk 80 sayfasını ancak tanıtabildiğimiz Fakihlere ve Muhaddislere Göre Nebevi Sünnet adlı eserin tamamı, 332 sayfadır, aziz okuyucularım. Ve bizim ele alamadığımız sayfalarda, yazımıza aktardığımız tespitlerden çok daha ilginçleri vardır. Biz, sizlere bir ilim ve hizmet görevi olarak şunu söylemek istiyoruz: Bu ve benzeri eserler, Kuran dininin eskimez ve pörsümez ilahi çehresini görebilmede kaçınılmaz ışıklardır. Hurafelere, iftira ve yalana kutsal kisvesi giydirmenin, vahyin mesajına bağlılığın ürünü olan bu tür eserleri ruh ve iman dünyamızın boyutlarını tutan önderler gibi kucaklamak borcundayız. Aksi halde, örtülü engizisyonların kurduğu tezgâhlara yenik düşen genç kuşakların kitleler halinde elimizden çıktığını görmek talihsizliğini yaşamamız kaçınılmazdır.
Paylaş