Paylaş
Kuran'a dayalı İslam ekonomisi henüz bütün boyutlarıyla ortaya konmuş değildir. Çünkü, Batı'da ekonominin enine-boyuna tartışılıp bir ilim olarak şekillendiği sırada İslam ülkeleri emperyalizm, sömürgecilik ve kendi içlerindeki despotizmin kahrı altında ölüm-kalım savaşı vermekte idiler. Buna çağlar öncesinin şartlarına göre oluşturulmuş fıkıh kalıplarını tabulaştıran tutucu ve Kuran dinamizmini köstekleyici bağnazlığı da eklerseniz, Kuran kaynaklı bir ekonomik anlayışın sistemleşmesi bakımından, henüz başlangıç devresinde olduğumuz rahatlıkla söylenebilir.
Çağımızda İslam ekonomisi, sosyalist sistemlerle bir yakınlık arz ediyor. Bunun, Kuran kaynaklı yapısal sebeplerin yanında İslam dünyasının kapitalist Batı'dan çektiği zulümlerden kaynaklanan sebepleri vardır. Çağın en büyük İslam düşünürü İkbal'in Marx'ın, Kapitali'ni ‘‘Cebrailsiz kitap’’ diye anması, İslam Peygamberi'nin en yakın dostlarından biri olan Ebû Zer el-Gıfâri'nin günümüz düşünürleri tarafından ‘‘sosyalist zâhid’’ diye adlandırılması, üzerinde durulacak noktalardır. Fakat unutmamak gerekir ki, ekonomi anlayışı kendine özgü bir anlayıştır. Benzerlikleri, paralellikleri büyüterek İslam ekonomisini şu veya bu başlığın altına sokmak, yanılmaktır.
Kuran, ekonominin start çizgisinde ihtiyaç motifini görmektedir. İhtiyaç, insan tekamülünün temel motifidir. Kuran, ilk insanın cennet diye adlandırılan ihtiyaçsızlık ve rahatlık ortamından, benliğini tekamül ettireceği diyalektik ortama çıkışını, işte bu yüzden, bir düşüş ve çirkinlik değil, gelişme ve hürriyete geçiş olarak değerlendirmektedir.
* * *
Kuran'ın ekonomi anlayışı ile Batı'nın ekonomi anlayışlarının temel farklarından biri, birincide insanın teo-teleolojik bir varlık olarak ele alınmasına karşın, ikincide biyo-ekonomik bir varlık olarak değerlendirilmesidir. Bunun zorunlu sonuçlarından biri de şudur: Kuran ekonomiyi değil, insanı gaye edinmektedir. Ekonomik değer, hayatın ve insanın yönünü belirleyen tek unsur değildir, olmamalıdır. Bu da bizi, bir başka sonuca götürür. İnsana verilen değer, sadece ekonomik aktiviteyle ölçülmemelidir. Bunu böyle anlamadığı içindir ki, Batı'daki refah, insana saygının bir ürünü değil, kavga ve hesapların bir sonucu oldu. Dahası var: Batı'daki refah, kendi dışındaki dünyanın sefaleti, ezilmesi, zulme uğratılması pahasına elde edilmiş bir refahtır. Tarihsel temelleri, emperyalizm ve sömürgeciliğe dayanmaktadır. Ekonomik prodüktiviteyi, insan unsurunun ihmali pahasına alkışlamamak için, insanlığı bir bütün kabul etmek gerekir. Batı, bunu yapmamıştır. Onun için refah ve gelişmişlikte ölçü, kendi dünyası ve kendi insanıdır. Kuran, insanlığı ‘‘Allah'ın iyali’’ saydığı için bu iyalin, bu ev halkının tümünün refah ve mutluluğu esastır.
Kuran ekonomisi bir denge ekonomisidir. Ferdin topluma, toplumun da ferde ezdirilmemesi esastır. Kuran, nimetlerin adaletsiz dağıtımı olan kapitalizmle, sefaletlerin eşit dağıtımı olan komünizme, işte bu yüzden aynı anda karşıdır.
Dengenin esası, ‘‘servetin belli ellerde biriken ve paylaşılan bir sulta aracı olmaması’’dır. (Kuran, Haşr, 7) Kuran, bunu sağlamak için çift kutuplu bir tedbir getirmektedir. Biri emir, biri yasak sergileyen bu kutupların emir yanında zekât, yasak yanında riba (bir yönüyle faiz) ve israf yasağı yer alır. Bu emir-yasak tedbiri, Kuran'ın teref veya itraf dediği ve toplumların çöküşlerine sebep olarak gördüğü (Bk. İsra 16) tahribi önler. Servet ve refahla şımarmak, kodamanlaşmak diye çevirebileceğiniz teref veya itraf, servet sahibinin malındaki yoksul hakkının, yani artık değerin sahibine ulaştırılmamasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de, Kuran, mal ve servette yoksulun hakkı olduğunu açıkça ifade etmekte ve bu hakkın yoksula ulaştırılmamasını, toplumu çöküşe götüren bir musibet olarak görmektedir.
* * *
Kuran ekonomisinin temel prensiplerinden biri de emeğin imtiyazı prensibidir. Kuran; ekonominin mihveri, omurgası olarak sermayeyi değil, emeği görmektedir. Emeğin horlanması ve ihanete uğratılması, sürekli bir savaş doğurur. Kuran bu savaşta, Yaratıcı Kudret'in yani Allah'ın, ezilen tarafta yer aldığını açıkça söylemektedir. Bu ezilen taraf, hayat ve oluşun bir nevi motor gücü olarak verilmektedir. (Bk. Kasas, 1-4)
Emeğin imtiyazı prensibinin zorunlu sonuçlarından biri de, toprakta mülkiyetin olmayışıdır. Kuran, toprakta mülkiyet kabul etmez. Toprak, bir imkânlar zeminidir ki, o imkânlara, toprağa alınteri dökenlerden başkası sahip çıkamaz. Prensip gayet açık konmuştur: ‘‘Hiç kuşkusuz, yeryüzü Allah'a aittir.’’ (A'raf, 128)
Doğal kaynaklarda mülkiyetin olmayışını da, toprakta mülkiyeti reddin bir uzantısı saymak gerekir. Bu son noktayı biraz daha özel bir çerçeveye indirirsek şunu söyleyeceğiz: Petrol başta olmak üzere, tüm yeraltı servetleri, o arada Hac gelirleri, İslam'ın hakim evrensel prensiplerine göre, tüm Müslümanların hakkıdır, tüm Müslümanlara paylaştırılmalıdır.
O halde, Kuran ekonomisi adına yapılacak ilk iş, sermayenin sahip bulunduğu imtiyazların emeğe devrini sağlamak olacaktır.
Paylaş