‘Kuran’daki İslam' Danimarka'da

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Haberin Devamı

5-10 Ekim 1998 tarihleri arasında Danimarka'nın Odense kentinde idim. Kent belediyesinin davetlisi olarak, 5 konferans vermek üzere gittim. Temmuz ayında, İstanbul dışındaki evime kadar gelen belediye yetkilileri şunu söylemişlerdi: ‘‘Geçen yıl Türk derneklerinin çağrılısı olarak Danimarka'da verdiğiniz konferansların birini biz de dinledik. Çok farklı şeyler söylüyorsunuz. Söyledikleriniz bizi hem insan olarak, hem demokratik-yerel yönetim olarak, hem de Türkler'le sürekli ilişki içinde insanlar olarak çok etkiledi. Sizi bu kez biz davet edip daha geniş zamanlı dinlemek istiyoruz.’’

Daveti kabul etmiştim. Vakti geldiğinde gittim ve biri yurttaşlarım Türkler'e, biri Arap-Yugoslav-İranlı-Türk Müslüman bir topluluğa, üçü de Danimarkalılar'a olmak üzere 5 konferans verdim.

Yıllardan beri birçok yabancı ülkede birçok konferans verdim. Ama bu Danimarka günleri çok farklı oldu. Anlattığım, her yerdeki gibi, sadece ‘‘Kuran'daki İslam’’ olduğundan, Danimarka günlerinin unutulmaz başarı ve mutluluğunu, Kuran'ın lütuflarından biri sayıyorum.

Konferanslara birkaç gün kala Danimarka basını ‘‘Yepyeni bir İslam yorumu, geleneksel dini Kuran'la sorgulayan bir yorum, alışmadığımız bir Müslüman perspektif...’’ gibi başlıklarla yazmaya başlamış. Hava iyice ısınmış.

Böyle olduğu içindir ki, daha Odense'ye iner inmez televizyon kameraları ve muhabir objektifleriyle karşılaştım. Hemen oracıkta yapılan kısa röportaj, ülke geneline yayın yapan TV-2'nin o akşamki ana haber bülteninde ikinci haber olarak verildi. Habere bir de yorum eklendi. TV-2 gidişimin üçüncü gününde değişik halk ve meslek kesimlerini temsil eden beş kişinin sorularına cevap verdiğim bir paneli de yayımladı. Ayrıca konferanslarımın üçünü, art arda yayımlanmak üzere kaydetti. Mahalli televizyon ve radyo yayınlarını burada sıralamıyorum.

Gazetelerin ilgisi de çok büyüktü. Fyens Stiftstidende (6 Ekim 1998 tarihli), Yaşar Nuri ile yaptığı röportaja, 4. sayfasının tamamına yakınını ayırdı. Jyllands-Posten (6 Ekim 1998 tarihli) birinci sayfadan başlattığı röportajı, 5. sayfanın yarısıyla tamamladı.

Kısacası, Hak bir kez daha tecelli etti ve Nur bir kez daha tamamlandı: ‘‘Kuran'daki İslam’’ öyle sıcak bir basın-yayın programıyla gündeme geldi ki, mesajı taşıyan adama (bendenize) değişik yerlerde yaklaşan Danimarkalılar şöyle hitap edebildiler: ‘‘Siz, profesör Öztürk olmalısınız, sizin söyledikleriniz bizi çok etkiledi, teşekkür ediyoruz.’’

Ben de size teşekkür ediyorum. Anderson'ın, Kirkegaard'ın vatandaşları sevgili Danimarka halkı. Özellikle Villy Peterson ve Emil Raun beyefendilerle, Lotte Baggild ve Hatice Bektaş hanımefendilere teşekkürlerimi ve sevgilerimi tekrarlıyorum.

Noktalamadan önce bir şey daha söyleyeceğim: Danimarka'da gerçekleştirdiğim fikir ve kültür eylemi, her şeyden önce Türkiye için bir büyük tanıtım aktivitesidir. Ülkeme ve 75. yılını kutladığımız cumhuriyete helâl olsun. Ancak şunu söylemek hakkımı da kullanmak istiyorum.

Türkiye, milyarlar harcayarak Danimarka'ya heyetler gönderseydi, Kuran'daki İslam yazarının orada Türkiye adına yarattığı aydınlık imajın yarısını bile yaratamazdı. Ve eğer, Kuran'daki İslam yazarının yerine bu işi başka ‘‘birileri’’ yapsaydı, Türk basını ve hariciyesi bundan haftalarca söz eder, ödüller gündeme gelirdi.

Ben bunlara ne muhtacım, ne de hevesli. Ama, Danimarka'yı çalkalayan o ‘‘büyük ve anlamlı olay’’ süresince, herhangi bir yerde herhangi bir Türk konsolosluğu mensubunu görememek beni şaşırtmıştır. Bundan birkaç yıl önce, Diyanet İşleri Başkanı ve bir devlet bakanının talebi üzerine, Dışişleri Bakanlığı'nın, o sırada bendenizi sık sık çağıran dış temsilciliklere, ‘‘Diyanet'i eleştiren bir adamın konuşmacı olarak çağrılmaması’’ yolunda bir ‘‘uyarı’’ faksı geçtiğini, çok değerli bir başkonsolosumuz, hayret ve ürperti içinde bana söylemişti. Acaba diyorum, konsolosluklarımız, henüz geri çekilmediğini sandığım bu ‘‘uyarı’’nın etkisiyle mi bizden, her hal ve şartta uzak durmayı yeğliyorlar?

Ve içimden şöyle bir cümle geçiyor: 75. yılını kutladığımz cumhuriyet, ne kadar ‘‘titiz ve basiretli’’ ellerde, değil mi?



Yazarın Tüm Yazıları